Archive | December, 2023

Her Yönetici İK’cı olacak derken, her İK’cı finansçı oluverdi…

6 Dec

Bir önceki sayıda, “Artan Hayat Pahalılığı Çalışanları Nereye Doğru Sürüklüyor?” başlığı altında mevcut hayat koşullarının, çalışanların kariyerleri ile ilgili tercihlerini nasıl şekillendirdiğini mercek altına almıştık. Bu yazıda ise, gelin konuya şirketler perspektifinden bakalım.

Kartlar yeniden dağıtılıyor…

Malum, 2022’nin son dönemine iki konu damgasını vurdu: Asgari Ücret ve EYT düzenlemesi. Asgari ücretteki artış %55’e yakın gerçekleşti. 2022 Ocak ayına göre artış ise %94’ü buldu. T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın açıklamalarına göre ülkemizde hali hazırda asgari ücret ile çalışanların oranı toplam işgücünün %37’sini oluşturuyor ve bu oran başka ülkelere kıyasla bir hayli yüksek. Bu nedenle konu iyice hassas hale geliyor. Ayrıca asgari ücret, şirketlerde genel ücret seviyesini de belirleyen ana faktörlerden biri. Son dönemlerde yapılan projeksiyonlar genel ücret seviyesi ile asgari ücret seviyesi arasındaki makasın daralma eğilimine girdiğini gösteriyor. OECD verilerini baz alırsak 2017-2021 dönemini kapsayan beş yılın ortalamasına göre bu oran Türkiye için %40. İşletmelerin finansal güçleri, tüm çalışanlara asgari ücrettekine benzer oranlarda zam yapmaları için yeterli olmuyor. Asgari ücretteki artışın bir kısmını muafiyetler vb. açılımlar ile devletin üstlenmesini işverenleri bir miktar rahatlatsa da, maliyetlerindeki ve giderlerindeki artışları fiyatlarına birebir yansıtamayan şirketler için tek başına bu adımlar yeterli değil. 2022 yılı boyunca ara zamlar ile çalışanlarını enflasyon karşısında rahatlatmaya çalışan şirketlerin yılsonu bütçe çalışmaları oldukça hararetli geçiyor. Burada unutulmaması gereken bazı faktörler var: Öncelikle ücrette ve çalışanlara sağlanan diğer faydalardaki artışları sadece enflasyon tetiklemiyor. Terfi, görev değişikliği ve performansın beyaz yaka kanadında önemli etkisi var. İkincisi; şirket aracından sağlık sigortasına, servis hizmetinden yemek ve kreş hizmetlerine başlıca yan hakların şirketlere olan maliyetlerinin tamamında çok büyük artışlara şahit olmaktayız. Ve son olarak iş değişiklikleri epey sık olduğundan, hem ikame maliyetleri artıyor hem de dışarıdan yapılan bu “plan dışı” alımlar, yetenek savaşlarının verildiği rekabetçi bir piyasada kurumların genel ücret skalalarını ister istemez yukarı taşıyor. Farklı ücret araştırmalarının ve piyasadan edindiğimiz bilgilerin bir analizini yaptığımızda, ülkemizde 2022 yılı kümülatif ücret artışının şu an için asgari ücretteki yıllık kümülatif artışa yaklaşık bir seviyede olduğunu gösteriyor ama burada soru işareti, bunun ne kadar daha sürdürülebilir olduğu. 2022’de sıklık ve dönemleri değişkenlik göstermiş olmakla beraber, birçok firma hem baz ücretlerde, hem de bazı yan hak kalemlerinde ara artışlar yaptı; bütçe kalemlerinde kaydırmalar yoluyla prim havuzlarını genişletti, çalışanların avans taleplerini karşılamada daha esnek davrandı, spot bonus ödemeleri yaptı. Tıpkı 2022’de olduğu gibi, 2023’te de yıl içerisinde birden fazla zam dönemi olması bekleniyor. Özellikle birçok şirket yeni yılın ilk zammını Ocak ayı itibariyle yapmış olacak. Brüt ücret modelini benimsemiş şirketlerde çalışanlar için vergi dilimi en düşük ay olduğundan dönemsel bir refah artışı gerçekleşecek.

Masadaki büyük tasa: Boşalan kasa

Peki, çalışanlar bu artışları ve adımları yeterli buluyor mu? Cevap: Net bir şekilde hayır… Özellikle yoksulluk ve açlık sınırlarını, enflasyon oranını bu denklemin içerisine koyduğumuzda birçok çalışanın yaşadığı zorluklar daha iyi anlaşılıyor. Kurumsal hayatta aktif olup farklı kazanç seviyelerine mensup birçok çalışanın aslında geçmişe kıyasla bir refah kaybı söz konusu. Bu yüzden de hayat pahalılığı göz önüne alındığında çalışanlar, işverenlerin karşısına daha talepkar ve farklı beklentilerle çıkıyorlar. Özellikle daha düşük ücret bantları içinde yer alan çalışanlar, gönüllü olarak fazla mesaiye kalıp gelirlerini arttırmaya çalışıyorlar. Bu da yöneticilere verimlilik konusunu sorgulatıyor. Bazı çalışanlar izin kullanmayıp izin paralarını ileride toplu olarak almayı veya sanki bir emeklilik fonuymuşçasına izinlerini biriktirmeyi tercih ediyorlar. Son dönemlerde moda olan banka promosyonlarının çalışanlara dağıtılması, evden ve hibrid modelde çalışanlara bazı genel giderlerde şirket tarafından destek sağlanması, doğalgaz – ısınma yardımları, yeni yan haklar gibi başlıklar ile liste uzayıp gidiyor. Birçok çalışan, eğer şirketleri brüt ücretlendirme ile ilerliyorsa; nete geçilmesini talep ediyor. Bu sayede enflasyonist ortamda hane bütçesi ve kişisel harcamalarını daha iyi öngörüp, daha sağlıklı yönetebileceklerini düşünüyorlar. Yakın zamanda dünyada ve Türkiye’de sıkça konuşulan daha az çalışma yani standart mesai saatlerinin azalması da bir nevi ücrette iyileşme anlamına geliyor çünkü aynı geliri, daha az çalışmak sureti ile elde etmeyi mümkün kılıyor.

Asgari ücret ve maaş artışları cephesinde bu gelişmeler yaşanırken, milyonlarca çalışanı ilgilendiren bir önemli gelişme daha yaşandı ve Emeklilikte Yaşa Takılanlar, ya da daha popüler ismi ile “EYT” konusu sonuçlandı. Bu hakkı kazananlar arasında bir taraftan emekliliklerini alıp çalışmaya devam etmek isteyen, diğer tarafta artık gerçekten emekli olmak isteyen milyonlarca çalışan var. İşverenleri karşı karşıya kalacakları kıdem tazminatı yükü ve deneyimli çalışanlarını kaybetme endişesi sarmış durumda. Herkes oturmuş hesap-kitap yapıyor… Piyasadaki genel yaklaşımı anlamaya çalışıp, pozisyon almaya çalışan firmalar bu türbülansı fazla hasar almadan atlatmaya çalışıyorlar.

Palyatif çözümler mi geliyor?

Bu aşamada gelir ve karlılıklarını önemli düzeyde ve sürdürülebilir bir şekilde artırmış olan görece daha az sayıdaki kurum için en azından kısa vadede önemli bir risk gözükmüyor. Ancak çoğunluk için yönetilmesi oldukça yıpratıcı süreçlerden geçiyoruz. Bütçede personel giderleri kara bir delik gibi dikkat çekiyor. Korkarım ki bu tarz zorlukları yaşayan firmaların palyatif bir takım çözümlere yönelmeleri olası. Bunlardan ilk akla gelenler ise şunlar: İşgücünü azaltmak, şift sayısını azaltmak, daha az sayıda ama yetkin kaynaklar ile çalışmak, kritik işe alımları dışarıda tutarsak alımları ötelemek, daha deneyimsiz daha az yetkin çalışanlarla ilerleme riskini almak, kayıt dışılığı iyiden iyiye yaygınlaştırmak, Türkiye’de yaşamakta olan yabancıları daha uygun koşullar ile istihdam etmek, İzin yüklerini dolayısıyla yükümlülükleri azaltmak, kısmi çalışma modellerini uygulamaya almak, dış kaynak – danışman vb. kullanımlarını değerlendirmek gibi… Görünen o ki, 2023 boyunca bu tarz reaksiyonların sık sık tanığı olacağız. Bu vesile ile herkese daha güzel şeyleri konuşacağımız güzel bir yıl diliyorum…

BİLİŞSEL AYRIMCILIK VE ÇEŞİTLİLİK VE KAPSAYICILIĞA MANTIK TEMELLİ BİR YAKLAŞIM

6 Dec

Günümüzde çeşitliliğin yaş, cinsiyet, inanç, dünya görüşü, etnisite, ırk, engellilik, cinsel yönelim gibi dar ve büyük ölçüde demografik bir alana sıkıştırıldığını; bu tarz demografik verilerin yüzeysel bir çeşitlilik kavramı içine bizleri hapsettiğini; sınırlı bilgilerle duygu ve düşüncelerden ziyade birbirimizi kalıplaştırma veya bir takım varsayımlar üzerinden algılmamıza sebep olduğunu söyleyebiliriz. İş ortamında bu tarz demografik ayrımcılıklardan kaynaklanan o kadar fazla sorun yaşıyoruz ki, bu ayrımcılığı ele alış şeklimizi sığlaştırıyor ve daha büyük tehdide yeterince eğilmemize engel oluyor. Oysa akademik çalışmalar gösteriyor ki; insanlar birbirlerini daha yakından tanıdıkça söz konusu demografik özellikler gitgide daha arka planda kalıyor ve kişilik özelliklerimiz ile değerlerimiz çok daha belirleyici hale geliyor. İş hayatı özelinde çalışma tarzımız, ilişkilerimizi yönetme ve kendimizi ifade ediş şeklimiz gibi unsurları da bunlara ekleyebiliriz. Çalışma arkadaşlarımızın kendimizinkine benzeyen veya farklılaşan özelliklerine tanık olmaya başladıktan sonra zaman içerisinde “derin çeşitlilik” dediğimiz bambaşka bir çeşitliliği deneyimliyoruz. Temelde algılama, düşünme ve uygulama tarzlarımızı yansıtan bu farklılıklara “bilişsel farklılık” ismini de vermekteyiz. Yüzeyde çok benzediğimizi varsaydığımız kişilerle bir tık derine inildiğinde oldukça farklı olduğumuzu, ya da tam tersi; dışarıdan bakıldığında tabir yerindeyse ayrı dünyaların insanları gibi görünsek de bazıları ile ne derece benzeşen özelliklerimiz olduğunu görmemiz için birlikte çalışmak kadar etkin başka hiçbir platform yoktur. Peki, ya benzeşmiyorsak ne olacak? İster yüzeysel, ister derin olsun; esas mesele zaten farklılıklar karşısında nasıl bir sınav verdiğimiz. Ne yazık ki bu konudaki bilinç artmış olsa bile, ne sosyal hayatta; ne de iş hayatında çeşitlilik ve kapsayıcılık dersinden aldığımız notlar parlak değil.

İşte bu nedenle hükümetler, şirketler, STK’lar ve bireyler olarak büyük bir gayretle bir şeyleri değiştirmeye çalışıyoruz. Ancak çeşitlilik ve kapsayıcılığın iş hayatında çoğu zaman “Değerler” üzerinden gündeme getirildiğine ve tartışıldığına tanık olmaktayız. Oysa unutmamalıyız ki, değerler her ne kadar genelleştirilmeye gayret edilse de gerçekte son derece bireysel bir konu ve pratikte başı sonu olmayan bir tartışma çünkü tamamıyle duygularımıza hitap ediyor. Bu yüzden çokça işlenmiş bu perspektif yerine gelin konuya, bu yazıda birazcık da olsa “duygulardan arınmış”, mantıksal bir pencereden bakalım. Ayrıca sadece demografik perspektifle kendimizi sınırlamayıp; bilişsel – yani derin – ayrımcılığı da gözeterek saptamalarımızı yapalım.

Öncelikle iş hayatında heterojen ekiplerin çok daha başarılı olduğunu, çeşitlilik ve kapsayıcılık konusunda yol almış şirketlerin diğerlerinden bariz bir şekilde daha üstün iş sonuçları ürettiğini yıllara sari bağımsız araştırmalardan (Gartner, Great Place to Work, Deloitte, Dünya Ekonomik Forumu (WEF), Harvard Business Review ve daha niceleri…) ve bizzat sahadaki kendi deneyimlerimizden görebilmekteyiz. Bunun elbette ki çeşitli nedenleri var. Bu nedenleri irdelediğimizde, çeşitlilik ve kapsayıcılığın sadece değerler açısından değil; birçok nedenden ötürü şirketlere ve çalışanlara “iyi geleceğini” daha iyi anlamış olacağız. O halde nedir bu sebepler?

  • Çalışanların aşağılanma-dışlanma-taciz-görmezden gelinme gibi sebeplerden kaynaklı kendilerini baskı altında görmek yerine özgür hissedebildikleri, kayırmacılığın olmadığı; kişilere değil yaptıkları işe odaklanılmış adil bir iş ortamının varlığı; yüksek performans ortaya koyabilmelerini sağlıyor. Ayrıca farklı kişilikler bir araya geldiğinde birbirinden değişik fikirler, stiller ve problem çözme yöntemleri denenmiş oluyor; yaratıcılığın önü açılıyor. Gerçek bir işbirliği ve sağlıklı iş ilişkileri böylesi olumlu bir ortamda daha rahat gelişiyor.  Ayrıca genelde aksi bir kanı olsa da, heterojen ekipler karar vermede daha başarılılar.
  • Hem çalışanlar nezdinde, hem de müşteriler tarafından kapsayıcı şirketler rakiplerine göre daha çok tercih ediliyor. Özellikle iş hayatında yeni atılan gençler, karar aşamasında sadece ücret ve kendilerini geliştirme olanaklarına değil; kurumların çeşitlilik ve kapsayıcılık alanındaki konumlarını da dikkate alıyorlar. Tüketiciler ise sosyal bilinç açısından bu alanda hassas davranan şirketlerin ürün ve hizmetlerini alternatiflerine kıyasla daha pahalı oldukları koşullarda bile seçebiliyorlar.
  • Farklı profilde insanlar ile çalışmak; kişisel gelişim için oldukça faydalı. Kendimize benzeyen insanlarla birlikte olmak birbirimizi kolayca anlamak ve yeri geldiğinde “onaylanma duygusu” açısından bir tatmin ve konfor alanı sunuyor olabilir. Ancak yeni şeyler öğrenmek ve gelişmek, farklı bakış açıları kazanmak, yapıcı eleştirilerle iş yapış şekillerimizi sorgulamak ve dönüştürmek, iş atmosferinin tekdüzeleşmesinden sıyrılmak adına çeşitliliğin katkısı bambaşka oluyor.
  • Kapsayıcılık tek yönlü değil. Bunu başkalarına sunmak kadar, onlardan da bunu beklediğimizi göz ardı edemeyiz. Pozisyonlarının kendilerine verdiği güç veya şirkette “çoğunlukta olma” gibi sebeplerle ayrımcılıktan hiç etkilenmeyeceklerini düşünenler çıkabilir. Ancak er ya da geç, herkes bundan muzdarip olabilir. Bu nedenle ayrımcılığa uğramak istemiyor isek; ilk adımı ayrımcılık yapmayarak  ve çeşitlilik-kapsayıcılık üzerine bir kurum kültürüne destek olarak atabiliriz.
  • Yeteneklere ulaşmada, onları motive bir şekilde çalıştırma ve  elde tutmada eşi benzeri olmayan düzeyde zorlandığımız bir dönemden geçiyoruz. Bulduğumuz kişiler bazen yetkinlikler açısından bizleri tatmin etmiyor; beğendiğimiz adaylar ise bizleri tercih etmeyebiliyor. Seçeneklerin böylesine azaldığı bir dönemde; suni sebepler yaratıp katkı sağlayacak yetenekleri elemek veya işe alsak bile içeride barındıramamak kuruma yapılabilecek en büyük kötülükler arasında.
  • Kendi şirketinizde bir nevi homojenlik sağlamayı “başarsanız” bile; kurum olarak çok daha büyük bir ekosistemin ayrılmaz bir parçasısınız. Müşterileriniz, tedarikçileriniz, iş ortaklarınız, altyüklenicileriniz, çalıştığınız finansal kuruluşlar ve diğer dış paydaşlarınızda her türlü insana dokunmak durumundasınız. Bu farklılıkları ortadan kaldıramanız veya yok saymanız mümkün değil.

Farklılıkları şayet tehdit veya rahatsızlık verici olarak değerlendirirsek; huzurla iş yapamayız.

  • Bugün dünyadaki firmaların büyük bir çoğunluğu sadece kendi yerel pazarlarında değil, birçok farklı ülkede ve coğrafyada faaliyet gösteriyor. Oyun alanınız genişledikçe, bambaşka kültürlerde, farklı yaşam tarzlarına ve iş yapış şekillerine sahip insan profilleri ile birlikte çalışıyorsunuz. Fiziki sınırlar yerlerini sanal sınırlara bırakıyor ve bu sanal sınırlar da hem teknoloji, hem de kucaklayıcı bakış açıları ile ortadan kolaylıkla kaldırılabiliyor. Özellikle çokulusulu şirketlerin hem kendi işgüçleri, hem tedarikçileri, hem de müşterileri dünyanın dört bir yanından olduğu için, çeşitlilik ve kapsayıcılığı kurum değerlerinin en önemli parçalarından biri haline getirmede uzun yıllardır bu tarz kurumlar başı çekiyorlar.
  • Çeşitli ve kapsayıcı şirketlerde çalışanları elde tutma oranı ortalamanın çok üzerinde. Sadece bir şirkette çalışılan sürenin uzunluğu değil, bu süre boyunca ne derece motive ve kendini işe vererek çalışıldığı da önemli. Bunu biraz daha açarsak işe gitme isteği, şirketleriyle ve yaptıkları işle ne kadar gurur duydukları gibi bazı temel göstegelerde de bu farkı açıkça görmekteyiz. “Farklı” olmak, değerli olmanın ve kattığı değerin takdir edilmesinin önünde bir engel teşkil etmediğinde çalışanların o şirkete ve yöneticilerine olan güvenleri artıyor.

Görüldüğü üzere çalışma hayatında çeşitlilik ve kapsayıcılığı “samimi” ve “kalıcı” olarak yerleştirmek istiyorsak, öncelikle konsepti belki de en baştan ele almamız gerekecek çünkü cam tavanlara o kadar fazla odaklandık ki; üzerinde yürüdüğümüz çürük zeminler gözümüzden kaçmaya başladı…

İNSAN KAYNAKLARININ GELECEĞİNE HAYAT VEREN YILDIZ: YAPAY ZEKA

6 Dec

2021 yılının sonlarıyda. PY Dergi için “Yapay Zekadan İK’da Faydalanmak: Mayın Tarlasında Altın Aramak mı?” isimli bir makale hazırlamıştım. Aradan geçen zamandaki gelişmeleri değerlendirdiğimde, bu alandaki ilerlemenin tahminlerin de ötesinde gerçekleştiğini görmekteyim. Hatta “Yapay Zeka, İK mesleğinin geleceğini ve bu alanda kariyer yapmaya başlayanların yolculuğunu geri dönülemeyecek şekilde değiştirecek” demekten hiç çekinmiyorum ve bu yolculuğun gidebileceği en son noktayı, tıpkı bu evrenin sınırlarını tanımlamak gibi, açıkçası hayal dahi edemiyorum. Şüphesiz bu tür hayaller kurmak heyecan verici. Öte yandan henüz yapay zekanın İK alanında sunduğu fırsatları değerlendirmenin oldukça uzağındayız. O yüzden dilerseniz öncelikle bu fırsatların neler olduğuna odaklanalım.

Yapay Zekanın iş hayatında kullanımına baktığımızda, güncel araştırmalar İK’nın bir tık geride kaldığını gösteriyor. Ancak sebep kesinlikle potansiyelinin düşük olması değil. Sebep, önceliklendirilme söz konusu olduğunda şirketlerin bu potansiyelin açabileceği kapıları tam olarak görememiş olmaları. Artık bu tablo hızla değişiyor. Yetenek savaşlarının ve ekonomide yaşanan kırılganlıkların ortasında kalan şirketler, İK’yı ana stratejilerinin ayrılmaz bir parçası haline getiriyorlar ve burada AI gittikçe kütlesi genişleyen bir yıldız olarak dikkat çekiyor. Yapay zekanın ve katkısının ne derece gelişebileceği ise otomasyonla bir arada kullanıma bağlı, yani “akıllı otomasyon”a. Tıpkı bir yıldızın doğup, sonrasında gelişirken, helyum ve hidrojen arasındaki ilişki gibi… Yapay zeka, en basit şekilde “İleri makine algoritmaları ile bilişsel konuları, insan gibi düşünerek çözebilme” olarak tariflenebilir. Akıllı Otomasyon ise, Yapay Zeka ve otomasyonun bir araya getirilerek makinaların sıfır ya da kısıtlı insan müdahelesi ile fark etme, kavrama, öğrenme ve harekete geçme becerisi kazanması; sadece basit ve operasyonel işlerin değil; insanın yaptığı gibi akla dayalı içgörüler ve kararların da verilebilmesidir”. Dolayısıyla İK olarak yapay zekanın ışığı, ısısı ve enerjisinden maksimum faydayı akıllı otomasyon sayesinde sağlayabiliriz. Yapılan araştırmalar, kazanımların kayda değer olduğu konusunda mutabık. Bunlardan biri olan Eightfold’a göre AI kullanan İKlar, idari işleri; yapay zeka kullanmayanlara kıyasla %19 daha etkin bir şekilde yürütüyor. AI, sunduğu farklı fırsatlar ve kazanımlar ile İK dünyasında popülerliğini arttırıyor.

Yapay Zekanın İK’da Başlıca Kullanım Alanları

AI, adeta bir yıldız gibi, tüm çevresine hayat veriyor ve adeta kendi “yıldız sistemini” oluşturuyor. Sadece yapılmakta olan şeyleri yapay zeka ile yapabilir hale gelmekten değil; AI sayesinde hiç yapılmamış bazı şeyleri de yapabilir olmaktan bahsediyoruz. Halihazırda, yapay zekadan İK’nın tüm süreçlerinde ama az, ama çok faydalanabiliriz. Bu durum hem İK profesyonelleri, hem yönetim ekipleri, hem de çalışanlar için geçerli. Benim favorim İşe Alım süreçleri olmakla birlikte, şirketlerin strateji ve ihtiyaçlarına göre farklı önceliklendirmeler olabilir. İsterseniz yapay zekanın hangi İK süreçlerinde; kurumlarımıza nasıl katkı sağlayabileceğine dair bazı örnekleri birlikte keşfedelim…

 İşe Alımda AI:

  • Boş pozisyon ve işten ayrılma öngörüsü bazlı aday havuzu oluşturma
  • Otomatik görev tanımı, yetkinlik, iş ilanı oluşturma
  • Kurum kültürü-değerlerinin karara dahil edilmesi
  • Çalışan performanslarını seçim kritelerine yansıtma
  • Özgeçmiş tarama ve filtreleme
  • Aday belirleme, kısa liste oluşturma, kıyaslama
  • Adaya erişim,bilgilendirme, mülakat çizelgeleme
  • Ön izleme/eleme soruları oluşturma
  • Chatbotlar ile senaryo bazlı çevrimiçi mülakat, video mülakat
  • Kişilik envanteri otomasyonu ve adaya özelleştirilmesi
  • İşe alım süre/kalite/maliyetlerini ölçebilme
  • Yeni alım performansı tahminleme
  • Çalışan segmentleri bazında işe alım süreçlerini özelleştirme

Oryantasyonda AI:

  • Yeni başlayanları yönlendirme ve sorularını yanıtlama (Sohbet Botları)
  • Sanal «koçlar» ve «buddy»ler atama
  • Oryantasyon sürecini bir iş akışı olarak yönetme
  • İK politika, prosedür ve uygulamalarındaki değişiklikleri dinamik güncelleme
  • Oryantasyon süreç ve içeriğinin çalışan segmentlerine özelleştirilmesi
  • Tamamlanmamış aktivite hatırlatma

Eğtim ve Gelişimde AI:

  • Çalışanlara özelleştirilmiş eğitimler önerme
  • Dijital eğitimlere yönlendirme
  • Değişken iş profilleri, görev tanımları, yetkinliklerle uyumlu eğitim envanteri oluşturma
  • Yetkinlik açıkları, kariyer beklentileri, performans sonuçları, maliyetler, çalışanların yoğunlukları vb. unsurları dikkate alma
  • Eğitim çizelgeleme, statü takibi ve hatırlatma
  • Geribildirim ve etki-fayda analizleri gerçekleştirme
  • Kişiselleştirilmiş kariyer tasarımı

Performans Yönetimde AI:

  • KPI ve hedef atama
  • Yüksek / düşük performanslı çalışanları tahminleme
  • İK politika ve uygulamalarının performansa yansımasını takip; performans arttırmaya yönelik öneriler sunma
  • Performans sonuçlarına göre gelişim ihtiyaçlarını belirleme
  • Terfi, atama, işten ayırma vb. kararların objektif olarak verilebilmesi

Çalışan Deneyimi ve Elde Tutmada AI:

  • Akıllı anketler ve nabız yoklamaları, gerçek zamanlı geri bildirim, ödül-takdir platformları ile çalışan etkileşimi otomasyonu
  • Persona oluşturma ve analizi
  • Dil detektörleri ile görev tanımlarında ve performans değerlendirmede ayrımcılık tespiti
  • Çalışan tercihleri, tepkileri, sağlık durumları vb. verilerin analizi
  • Ayrılma riski olan çalışanların önceden tespiti
  • Bağlılığını arttırmaya yönelik öngörü edinme
  • Seyahat, çalışma saatleri ve yoğunluğu vb. bilgisi ile esenlik ve performans için önlem alma

İşgücü Planlama ve Bordro Yönetiminde AI:

  • İşgücü ihtiyaç tahminleme, dinamik modelleme
  • Yetenek havuzu ve pipeline oluşturma
  • Bordro otomasyonu

Yardım Masası / Kişisel Asistan Amaçlı Yapay Zeka Kullanım Alanları:

  • Çalışanlara Sesli Sohbet ve Text Mesajları üzerinden soru-cevap
  • Kullanıcı taleplerinin karşılanabilmesi için amacının yorumlanması
  • Tekrarlı işleri ve kalıplaşmış akışları tespit etme-sadeleştirme ve otomatikleştirme
  • E-postalar, etkinlik ve dosyaları yönetme
  • Ajanda yoğunluğu ve e-posta trafiğine göre zaman yönetimi
  • İzin formları, zaman çizelgeleri, masraf beyanları, vize vb. için belge talepleri
  • Çalışanların Self Servis ile özlük verilerine erişimi

Veri Analizinde Yapay Zeka Kullanım Alanları:

  • Yöneticiler için karar vermeyi destekleyici temel İK ve işgücü istatistikleri derleme, analizi ve öneriler sunma (elde tutma, bağlılık-motivasyon, devir hızı, personel giderleri, psikometrik analizler vb.)

Hepimiz yıldız tozuyuz…

Tabii ki, yukarıda saydıklarımıza ek olarak; yapay zekadan İK’da çok basit konular için de yoğun bir biçimde faydalanmaktayız. 2022’den itibaren özellikle şirketlerdeki Organizasyonel Gelişim ekipleri, görev tanımları ve iş ilanları oluşturma; KPI tanımlama, yetkinlikleri modelleme, benchmark gibi konularda sık sık hepimizin bildiği birkaç AI programından yararlanıyorlar. Bu akımdan önce izlenen yol ise; daha çok eski çalıştıkları şirketlerden ve sağdan-soldan, tanıdıklardan elde edilen bilgilerle ilerlemek ve/veya dışarıdan danışmanlık almaktı. Artık daha fazla, daha detay, daha iyi tanımlanmış birçok bilgiye saniyeler içerisinde ulaşabiliyoruz. Tüm bu gelişmeler, hem İK profesyonellerine; hem de bu alanda danışmanlık veren uzmanlara yetkinliklerini dönüştürme anlamında önemli bir sinyal veriyor. “Bir tehdit var mı?” Evet, var… “Bir fırsat var mı?” Ona da, evet… Hem de fazlasıyla evet! Yapay Zekayla rekabet eden kaybedecek, onu en iyi kullanan ise kazanacak. Ben kazanmanın mümkün olduğuna inananlardanım çünkü burada zorlama değil, doğal bir bağ ve sinerji söz konusu. Yeter ki bizler doğru stratejilerle doğru adımları zamanında atalım… Günün sonunda “Periyodik Tablo”da da görebileceğimiz üzere biz insanlar da aynı elementlerden oluşuyoruz. Özünde hepimiz, her birimiz birer yıldız tozuyuz…