THE TALKING DEAD – KURUMSAL BİR “ZOOM-Bİ” HİKAYESİ

16 May

Bugünkü ilk zoom toplantım. Birkaç kişinin görüntüsü kapalı. Belli ki akşam yeni başlanmış dizinin heyecanı ile biraz geç yatılıp, sabah da güç bela kalkılmış. Kadınların ise kendilerine güvenleri gelmiş. Ne de olsa kuaförler tekrar açıldı. Birkaç kişi eksik. Sanal toplantılara geç kalınca millet size fena takılıyor, “köprüde trafik mi vardı?”, “asansör mü bekledin?” filan diye. Ama biraz geç kalmak akıllı insan işi. İlk 5-6 dakika tamamen anlamsız ”nasıl gidiyor” ve klişe COVID_19 muhabbetleri dönüyor. “Nasılsınız…?” Nasıl olalım yahu??? Daha dün konuştuk, evvelsi gün konuştuk, geçen hafta kim bilir kaç kez konuştuk. Aynıyız yani… Her gün kendimize koronavirüs testi mi yapalım? Bir yandan da ne kadar dijialleştiğimizden ve son dönemlerde okuduğumuz fütürist kitaplardan bahsediyoruz. O sırada bahsettiğimiz kitaplardan birkaçı dizüstü bilgisayarımızın altına yerleştirilmiş, görüntü hizalama vazifesi görüyor. Biraz kalabalık bir zoom toplantısı bu sabahki. İçerisi tatil beldelerindeki hediyelik eşya dükkanları gibi. Giren çıkan belli değil. Arada görüntüsüz ve sessiz moda geçip diğer işlerini halledenler var. Toplantı uzadıkça bu sayı artıyor. Baskın bir ses – rahatsızlık verici bir gürültü geldiğinde “Bir ses geliyor sanki…?” veya “bir gürültü var ama…?” diyen ilk kişi olmak önemli. Böylelikle “o ses benden gelmiyor” vurgusunu güzelce yapmış oluyoruz. Üzerine bir de “mikrofonu kapasak…” şeklinde üstün dehamızı gösteren repliğimiz eklendiğinde tadından yenmez. Hem uyarımızı yaparız, hem üzerimizdeki şüpheleri savarız, hem de hümanizmden ödün vermeyiz. İşte buradaki “sanki” ve “ama” sözcükleri, karşı tarafı rencide etmemek adına yumuşatıcı bir rol üstleniyorlar. Ama bu kadarı da kafi değil. “Hah, şimdi kesildi!” şeklinde bir konfirmasyon ile görevimizi tamamlamak lazım. Sadece ses konusunda değil, her konuda ilk olmak önemli. Toplantı biterken ilk el sallayan (liderlik vasfı), süre azalınca ilk uyaran (moderatörlük ve zaman yönetimi vasfı), konuşan kişinin görüntüsü donunca buna ilk dikkat çeken (yüksek konsantrasyon ve yardımseverlik vasfı) gibi etkileyici özelliklerimizi başka nasıl olacak da ortaya koyacağız? Görüntü donma deyince aklıma geldi. Donmuş gibi yapma taklidi favorilerimden. Bunu başarıyla yapanlara hayranlık duyuyorum. Belgesellerdeki timsahlar gibi hareketsiz durarak, biri çıkıp “Dondu galiba” dediği anda şak diye cevap vermek gibi küçük eğlenceler olmasa, bu sıkıcı toplantılar nasıl geçecek?

Sesten bahsettik ya… En zoru sifon sesi. Eğer bir sifon sesi duyarsanız, özellikle de az sayıda katılımcı varsa yapılacaklar: 1) Hiç duymamış gibi yap, 2) Sifonu çeken kişinin sen olmadığını kanıtlayacak bir görüntü ver. Mesela ayağa kalk (altta pijama vb. olmamasına dikkat ederek), 3) Asla gülme, 4) Kim olduğunu biliyorsan afişe etme, 5) Empati kur: Senin de bir gün başına gelebilir.

Toplantıdayken paralelde yapılabilecek bir dolu eşzamanlı aktivite var. İlk 15 dakika geçti. Etraf cümbüş yeri. Bir yandan Skype ve WhatsApp’dan gelen mesajlara cevap verirken, paralelde maillerime bakıyorum. Bir elimde kahve, önümde atıştırmalıklar, toplantı ile ilgili notlarımı alırken ara ara kafayı uzatan hane halkının sorularını yanıtlıyorum. Ellerim meşgul olduğu için kedimi ayağımla okşayıp, “orada” olduğumu göstermek adına arada bir sorular sorup, yorumlar yapıyorum. Hatta Zoom’daki chat ekranına bir şeyler yazıyorum. 2-3 kişi dışında kaale alan yok. Kendim soru sorup, gene kendim yanıtlayasım var. Sanal monolog isteğim her geçen dakika artıyor. O sırada konuşan kişinin sesin mekanik ve zor anlaşılır bir hal alıyor. Aramızdaki bir teknoloji gurusu yorum yapıyor: “bağlantı zayıf galiba”. Evet, ustalıkla ve yerinde kullanılmış bir “galiba” sözcüğü. Hakkını vermek lazım. Hunharca bir gün daha yaşıyorum. Üst üste altı sanal toplantım daha var, hem de boşluk olmadan. Outlook takvimimde boşluğu gören yapıştırmış. Sıfır tolerans, sıfır merhamet. Arada birer tanesi Skype ve MS Teams. Değişiklik olacak diye seviniyorum. Bu kadar toplantı arasında nasıl karnımı doyuracağım, fiziksel ihtiyaçlarımı karşılayacağım gerçekten zor sorular. Kendimce stratejiler geliştiriyorum. Bir önceki toplantınızın vaktinde, hatta biraz erken bitmesi bile bazen işe yaramıyor. Tam yeni toplantıya girecekken bir terslik oluyor, bağlanamıyorsunuz. Bunu dillendirmenin size bir faydası yok zira kimse inanmıyor. “Hayret nasıl giremezsin?” (Karşı tarafta zeka ve beceriniz yönünde oluşmuş bir hayalkırıklığı vurgusu), “Sonra nasıl girdin?” (Karşı tarafta yaşanan şüphecilik ve güven zedelenmesi vurgusu), “Bana hiç olmadı…” (Kendisi ile kıyaslayıp daha alt bir seviyede konumlandırma vurgusu) Daha önce bahsettiğim kutup iklimi çizgisindeki geç kalma esprileri de cabası. Neyse, ilk yarım saati geride bıraktık. Aktif bir dinleyici olduğunuzu göstermek çok önemli. Bu nedenden olsa gerek, birkaç kişinin kafası önden konfigürasyona tabi olmuş şekilde, 8 – 11 derecelik açılarla düzenli olarak bir aşağı-bir yukarı hareket edip duruyor. Bunu aynı anda birkaç katılımcı yaparsa tehlikeli. Bilhassa bunun gibi sabahın ilk veya yemek sonrası ilk toplantılarda. (Tabii eğer yemek yiyecek vaktiniz olduysa.) Çünkü fena halde uykunuz geliyor. Herkes aynı anda bunu yapsa yeminle bu işin sonu hipnoza kadar gider. Ama neyse ki korktuğum başıma gelmiyor. Sadece o kafa kaldırıp indirenlerden biri sanırım kendi uykusunu getirdi, gözleri hafiften kapanıyor. Bu toplantı bir saat sürecek, şimdilik zaman planına uygun gidiyoruz. Bir beyaz yakalı (yoksa t-shirt’lü mü desek) başka ne dileyebilir ki? Geçen gün bir toplantıya katıldım, 40 küsur kişi vardı ve 3 saat. Hep birlikte el ele vererek verimsizliğin tarihi adlı çalışmaya imza atmış olduk. İşin kötüsü, konunun benimle de öyle fazla bir alakası yoktu. Yancı kontenjanından katıldığımız bu tarz toplantılar, en fazla ızdırap verenlerden. Gene de ilk 2 saat 25 dakikasını tüm benliğimi vererek dinledim. Baktım katabileceğim bir şey yok, üç dakikalığına mutfağa gittim. Tam o aralıkta biri konu hakkında benim ne düşündüğümü sormuş. Ne mi düşünüyorum? Soyadımı Karabaht olarak değiştirmeyi. İçimde sonsuz bir “kaytarmadım, hep sizinleydim” diye haykırma isteği… Ve derken bugünkü ilk zoom toplantımın sonuna geldim. İlk olmak önemliydi ya, şenlik havasında geçen veda mesajlarından sonra sıra “Leave Meeting” düğmesini tıklamaya geliyor. Herkes bunu ilk yapanlardan olmaya gayretli. Sona kalırsanız karizmanız çiziliyor. Aklımdan Tears For Fears’dan “Mad World” şarkısı geçiyor ve kendimi “reboot” ederek bir sonraki toplantımın linkine tıklıyorum…

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: