Son dönemlerde iş dünyası ikiye ayrıldı: “Bir gün hepimizin yerini robotlar alacak” diyen fütüristler ile “Durun bakalım, bu işler öyle kolay değil” diyen romantikler. Her iki grubun da kendi savlarını destekleyecek malzemeleri var. Ancak itiraf etmeliyim ki zaman ilk grubun lehine işliyor. Nedenlerini 25 senelik meslek hayatımda dünyada ve Türkiye’de gördüğüm örnekler ile destekleyerek paylaşacağım. Peki, bu hikaye nasıl ve nerede başladı? Aslında teknoloji neredeyse insanlık tarihi ile yaşıt, ilk kez iki taşı birbirine sürtüp ateş yaktığımızda bizim için teknoloji oydu. Ancak çok uzun bir süre boyunca işgücü için bir tehdit değil, aksine bir yardımcı olarak hayatımıza katkı sağladı. Özellikle ilk kırılma noktası olan endüstri devriminde makinelerin üretim sürecine katılımı sayesinde verimlilik artmış, bu durum sonucu şirketlerin karlılıkları tırmanmış ve nihayetinde çalışanlara daha fazla satın alma gücü olarak geri dönmüştü. Satın alma gücü arttıkça talep de artıyor, bu üretimi tetikliyor ve daha çok iş, daha çok aş anlamına geliyordu. Bu döngü sayesinde, her kuşak bir önceki göre ortalamada daha zengin hale gelmişti. “İnsan yerine makine” değil, “insan için – insan ile birlikte makine” ön plandaydı. Bu dönemlerde mavi yaka için gerçek bir tehdit başlamamıştı çünkü makineleri kullanmak için onlara ihtiyaç vardı. İkinci kırılma ise noktası endüstriyel robotların üretim sahnesinde yerini almasıydı. Hiç unutmuyorum, 1995 yılında ülkemizde otomotiv sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın fabrikasını ziyaret etmiştim. Üretim hatlarında gördüğüm insan sayısının azlığı hele o yıllar için bana epey şaşırtıcı gelmişti. Beni gezdiren firma yetkililerine öğlen tatili saati veya paydos vakti olmamasına rağmen bu tenhalığın sebebini soracak oldum ki, o an hayatımdaki ilk endüstriyel robotla tanıştım. Adeta bilim kurgu filmlerinden fırlamış gibiydi. Terminatör serisi filmleri ile büyümüş bir kuşağın temsilcisi olarak gerçekten de etkileyici bir deneyimdi. O günkü fabrika gezisi sırasında ve daha sonraki birçok farklı fabrika turunda göreceğim sayısız endüstriyel robottan ilki tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu. İşte bu robotlar, mavi yaka için kartların yeniden dağıtıldığını göstermekteydi. Artık insan yerine makineden bahsedebilecek dönemdeydik. Daha fazla üretimi daha fazla değil, aksine daha az insanla gerçekleştirebilmenin kapısı aralanmıştı. Dünyadaki birçok gelişmiş ekonomide zaten epeydir kullanımda olan bu robotların her geçen gün daha yaygınlaşacak, çokuluslu şirketler sayesinde birçok ülkeye ulaşacaktı. Maliyetleri azalacak, kabiliyetleri artacak, kullanım alanları genişleyecekti. Artık mavi yaka işgücünün ekmeği tehdit altındaydı. Bugün bu bir film değil, bir realite olarak karşımızda duruyor.
Beyaz Yaka için resim değişmeye başlıyor…
Üçüncü kırılma noktası 1990’larla birlikte bilgisayarların kullanımının kamusal, kurumsal ve kişisel platformlarda yerini almasıyla başladı. İşte o dönemlerde beyaz yaka çalışanlar için tıpkı mavi yaka çalışanların yaşadığı gibi bir deneyim söz konusu idi. Teknoloji sayesinde beyaz yaka meslek gruplarının yürüttüğü operasyonel işler daha hızlı yapılabilir hale gelmişti. Hikayenin devamını tahmin edebiliyorsunuz. Bu verimlilik çalışanların ceplerine olumlu şekilde yansımıştı. Ben ilk işe başladığımda hem kendim, hem de hizmet verdiğim müşteriler birçok işi halen el yordamı ile yapıyorduk. Bilgisayar kullanımı oldukça sınırlı idi. Ama 10 sene içerisinde her şey inanılmaz bir hızla değişti. Bu değişim ilk etapta mevcut istihdamı azaltmadı. Ancak istihdam artış hızını azalttı. Tahmin edebiliyorum ki, bu yazıyı okuyanların ezici çoğu ERP (Kurumsal Kaynak Planlama) deneyimi yaşamış kişiler. Bu sebeple bu değişimin de yakın tanıklarısınız. Değişen tek şey bu değildi. Beyaz yaka adına ilginç bir dönüşüm, bazı mesleklere azalan talep nedeniyle istihdam azalırken; buna sebep olan teknolojileri geliştiren ve üreten (örneğin yazılım, donanım) kişilerin çalıştıkları sektörlerin ise tam tersi yönde patlama yapmasıydı. Beyaz yaka tarafından gerçekleştirilen rutin / operasyonel işlerin nasıl zamanla otomatikleştiğine başka örnekler de verebiliriz. Örneğin bankacılık sektöründe yıllar önce hizmete giren ATM’ler, bugün gelinen şubesiz bankacılık trendinin habercisi gibiydiler. Tabii ki operasyonel beyaz yaka için 40 seneye yakın süredir devam eden otomasyon süreci artarak devam edecekti. Bugün gelinen noktada özellikle robotics teknolojisi ile tekrarlı / rutin, operasyonel işlerin çoğu insana gereksinim duymadan veya çok daha az insanla yapılabilir hale geldi. Tıpkı mavi yakanın yaşadığı gibi, ilk etapta bizleri destekleyen teknoloji artık bizim yerimizi alır hale gelmişti. Bu gelişmeler dördüncü kırılma noktasının habercisiydi. Bu dönem birebir olmasa da “dijital eşik” dediğimiz evre ile büyük ölçüde örtüşüyor. Kendim ilk robotics uygulamasını (en ilkel örneklerinden biriydi) Türkiye’de 2002-2003 yıllarında deneyimlemiştim. Bir ERP projesi sırasında sisteme veri girişlerini yapmak için bir programdan faydalanıyorduk. 2016 yılında yurtdışında katıldığım bir Deloitte etkinliğinde gördüğüm robotics uygulamaları ise ilk deneyimim ile mukayese bile edilemeyecek boyuttaydı. Her şeyi adeta yazılımlar yapıyordu. İşin ilginci, bu bir demo veya prototip değildi. Bunlar bizzat birçok global firmada uygulanmaktaydı ve hızla yaygınlaşıyordu.
Yapay zeka geliyor mu? Geldi bile!
Beyaz yaka için tek dikkat çekici gelişme bununla sınırlı değil. Geçenlerde şaşırtıcı bir deneyim daha yaşadım. Bir kitapta yurtdışındaki bir spor müsabakası ile ilgili karşılaşma sonrası spor yazarının yazdığı analiz yazısını okudum. Buraya kadar her şey normaldi. Sürpriz ise bu yazıyı “kaleme alan”ın bir insan değil bir bilgisayar olmasıydı. Maçı analiz etmiş, buna dilbilgisi ve edebi boyutları katmış, bir kurgu oluşturmuş ve de kontrolden de geçirip (yayın politikaları vs.) yayına hazır hale getirmişti. Bugün tıpkı bu okuduğunuz gibi yüzlerce makale yazmış biri olarak “acaba benim yerime yarın bir makine mi makale yazacak?” diye kendime sormadan edemedim. Gelinen noktada sadece mavi yaka ve operasyonel işler yürüten beyaz yaka tehdit altında değil. Yapay zeka sayesinde artık beyaz yakanın en entelektüel işlerini icra edenleri hatta yöneticiler dahi risk altında. Çünkü konular arasında bağlantı-ilişki kuran, gerekli-gereksiz bilgiyi ayıklayan, unutmayan bir hafızaya sahip, sürekli öğrenen ve deneyimledikçe bunu geliştiren, muhakeme yeteneğine sahip, senaryoları hızla oluşturan ve sonuçta karar verebilen; bunu daha doğru – daha hızlı ve tabii ki daha rasyonel yapabilen makineler hayatımıza giriyor. Bu makinelerin birbirleri ile de iletişime geçtiği ortamda salt iş dünyası değil, her şey yeniden şekillenecek. Steven Spielberg’ün “Artificial Intelligence” filmini mutlaka izlemişsinizdir. İşin ilginci filmlerde gördüğümüz birçok şeyin, beklenenden çok daha hızlı gerçekleşebiliyor olduğu bir ortamda yaşıyoruz. Son örneklerimi ise uzun zamandır geri planda kalmış bir sektörden vermek istiyorum: Tarım. Oysa hepimiz aç kalmamak için bu sektöre muhtacız. Bizler ise hep GDO, yapay gübre, zirai ilaçlar, organik tarım, seracılık vb. konulara takılıp kaldık. Diğer yandan tarımda inanılmaz teknolojik atılımlar oluyor. Yapılamaz denilen şeyler yapılıyor. İnsana muhtaç olunduğu düşünülen tüm tabular yıkılıyor. Örneğin eskiden meyve ve sebzeler toplanırken hep insan emeğine gereksinim duyulurdu. “Yapraklar örtüyor, makine – robot portakalı göremez”, “Gece vakti karanlığında ancak insan bunu yapabilir”, “Çürük olanla olmayanı nasıl ayırt edecekler?”, “Çileklerden hangisi olmuş, hangisi ham anlayamazlar”, “Aman! Toplarken hasada zarar verirler”, “Çok hantallar, esnek hareketler yapamazlar. O ağaçların arasına giremezler”. Bunları hepsi ve çok daha fazlası bugün yapılıyor. En engebeli tarlayı sulamaktan toplanan pirinçlerden çer-çöpü ayıklamaya kadar robotların egemenliği başladı. Bunun örneklerini geçen hafta yaptığım Japonya gezisinde bizzat gördüm. Arazide, plazada, mağazada, yolda; her yerde teknoloji, her yerde robotlar…
Son olarak şunun özellikle altını çizmek istiyorum. Burada vurgulamak istediğim bu gelişmelerin etik boyutunu tartışmak, iyi mi-kötü mü diye yargılamak değil. Bu bir bilim-kurgu filmi değil. Gerçeğin ta kendisi… Tabii ki bununla barışık olmak, bunları sindirmek kolay değil. En azından bu yazıyı yazmış olsam da, kendim bile içselleştirmekte zorlanıyorum. Sadece şunu bilmeliyiz: dünya çok ama çok hızlı değişiyor ve çalışan kesimin artık hepsi için değişiyor. İşte buna dikkat çekmek istiyorum. Çünkü şu anda çocuklarımız (sadece Türkiye’de değil, dünyanın çoğu ülkesinde) geçmişin eğitim sistemi ile geleceğin mesleklerine hazırlanıyorlar. Yarın iş hayatına girdiklerinde ne kadar hazır olacaklar? Güzel işler bulabilecekler mi? Gerçekten merak ediyorum.
Leave a Reply