Archive | Kurumsallaşma, Kurumsal Yönetim ve Aile Şirketleri RSS feed for this section

ÇALIŞALIM DERKEN UZAKTAN, KAÇAMADIK TUZAKTAN…

6 Dec

Son bir senedir “Uzaktan Çalışma” adına çok fazla şey söylendi, yazıldı, çizildi. Kimimiz bu yeni çalışma modeline geçişte aceleci, kimimiz ise şüpheci yaklaştık. Ancak kurumlar, liderler ve İK profesyonelleri  olarak konuyu ele alırken ne kadar etraflıca düşündüğümüz, işin boyutlarının nereye varabileceğine dair ne derece ileri görüşlü bir bakış açısı ile yaklaştığımız tartışmaya açık. Ben de bu yazımda uzaktan çalışmaya geçişi halen değerlendirme aşamasında olan bir çok şirket ve profesyonel için farklı bir bakış açısı sunmayı hedefledim. Resmi netleştirmek adına:

“Uzaktan Çalışma” eşit değildir “Evden Çalışma”

İlk adım olarak “Uzaktan Çalışma” eşit değildir “Evden Çalışma” vurgusunu yaparak başlayalım. Bugünkü konjektürde her iki kelime eş anlamlıymışçasına kullanılıyor. Ayrıca “Uzaktan Çalışan Ekipler” ve “Sanal Ekipler” kavramları da karıştırılıyor. Uzaktan çalışma, evden çalışmyı da kapsayan ancak onunla sınırlı olmayan bir model. Öte yandan her şirket veya çalışan için “ya hep, ya hiç” yaklaşımı söz konusu değil. Yani kısmen uzaktan, kısmen de ofis/fabrika/mağaza gibi kuruma ait fiziksel yerleşkelerden çalışmak; bir başka deyişle Hibrid Çalışma modellerini uygulamak seçenekler arasında. Bu tür kabüllerin oluşmasında tahmin edebileceğiniz üzere salgının etkisi büyük. 2019 Aralık ayında uzaktan çalışma denildiğinde, mekandan bağımsız herhangi bir yerden çalışma kastedilirken, bu tarihten sadece üç ay geçtikten sonra ironik bir biçimde sadece evden ve tek bir mekana bağımlı şekilde çalışma kastediliyordu. Dolayısıyla bir şirket çalışanlarına uzaktan çalışma veya özellikle hibrid çalışma modellerini önerdiğinde esneklik sunarken; sadece evden çalışma veya kendisine ait bir fiziki yerleşkeden çalışma doğrultusunda yönlendirme yaparsa bunun tersini uygulamaktadır. Pandeminin yarattığı koşullar ile ön plana çıkan şimdilik evden çalışmadır. Gerçek bir normalleşme sonrası ise evden çalışma yerini uzaktan çalışmaya bırakacaktır.

Evden Çalışma adına tek bir uygulama yok

İkinci dikkat çekmek istediğim nokta ise geride bıraktığımız bir senelik zaman dilimine şöyle bir dönüp baktığımızda, şirketler olarak “evden çalışma” diyerek her ne kadar aynı terimi kullanıyor olsak da, pratikte uygulamalarda birçok farklılığın ortaya çıktığına şahit olduk. Peki neydi bu farklı uygulamalar?

  • Çalışanların bir kısmının evden, bir kısmının ise şirket yerleşkelerinden çalıştığı model
  • Bazı departmanların / birimlerin / ekiplerin evden, bazılarının ise şirket yerleşkelerinden çalıştığı model
  • Haftanın bazı günler evden, bazı günleri şirket yerleşkelerinden çalıştığı model
  • Sadece belirli dönemlerde evden çalışılan model
  • Dönüşümlü – nöbetleşe evden çalışma sisteminin uygulandığı model
  • Yalnızca belirli aktivite, görevler için şirket yerleşkelerine gidilip; ağırlıklı evden çalışılan model
  • Salgının seyrine göre endekslenmiş uygulamalar, modeller arası geçişler
  • Yukarıdaki modellerin farklı kombinasyonlarını içeren uygulamalar
  • Diğer evden çalışma modelleri
  • Herhangi bir oturmuş bir sistem ile ilerlenmeyen “keyfi” uygulamalar

Bu modeller ve uygulamalar adına belirleyici olan faktörler sektörün ve şirketin dinamikleri ile kanunlar ve kısıtlamalar olarak gözükse de, arka fonda liderlerin çok büyük rol oynadıklarını söylemeliyiz.

Neden Amerika’yı baştan keşfediyormuş gibi davranıyoruz?

Tüm bu süreçte belki de en şaşırtıcı olan şeylerden biri, bu kavramların ve pratiklerin sanki yepyeni buluşlarmışçasına paketlenip kurumsal hayata servis edilmeleriydi. Aslında uzaktan çalışma, sanal ekipler, hibrid modeller; bunların hepsi hatrısayılır bir süredir birçok kurum tarafından insan kaynakları politikaları ve yetenek yönetimi uygulamalarında kendilerine yer edinmiş realiteler. Salgın, bu konudaki farkındalığı arttırmış, biraz zorunluluklar – biraz tercihler sonucu hayata geçirilme adına tetikleyici olmuş ve dünya çapında bu yaklaşımların yaygınlaşmasını sağlamış olabilir. Farklı çalışma modelleri adına böylesi radikal bir dönüşümün benzerini aslında 1990’lı yılların ortasında başlayan Ortak Hizmet Merkezleri ve Uzmanlık Merkezleri akımları ile yaşamıştık. Burada teknolojik imkanların, bireysel yetkinliklerin ve mobilitenin bugünkü koşullar ile kıyas dahi kabul etmeyecek kadar geride olduğu bir dönemde, tüm saat dilimlerine yayılmış bir şekilde dünyanın heryerinden çalışan global ekiplerden bahsediyoruz. Bu dönüşümün nasıl başarıldığını ve faydalarını, arada yaşanan kazaları ve çıkarılan dersleri incelemek, şu an içinden geçtiğimiz süreç adına bazı noktalarda bizlere fikir verebilir.

Çalışanlar uzaktan çalışmayı tercih edecek mi?

Konuya “Push” ve “Pull” faktörleri ekseninden yaklaşırsak; kalıcı olarak uzaktan çalışmaya veya hibrid çalışmaya geçişin içinde bulunduğumuz dönemlerde çalışanlardan gelen talep ile değil, şirket yönetimlerden gelen yönlendirme ile ilerlediğini gözlemliyoruz. Tabii ki şirketler çalışanlarının nabzını tutuyor, onların motivasyon ve deneyimlerini önemsiyorlar. Ancak kurumları ilk harekete geçiren şeyin, uzaktan çalışma ile ortaya çıkacak olan maliyet avantajı olduğunu ve konuya böyle bir fırsat penceresinden baktıklarını söylemeliyiz. Artık o acemilik dönemi geride kaldı ve elimizde uzaktan çalışmanın verimliliği ve etkinliği ile ilgili artık daha çok done var. Peki geldiğimiz bu noktada çalışanlar nasıl pozisyon alacaklar?

Öncelikle Aristo’nun ifade ettiği gibi “İnsan, doğası gereği politik (sosyal) bir canlıdır.” İşte bu sebepten ötürü bunu fiziki ortamlardaki sosyal ilişkiler ile beslenen ve çalışma hayatlarını şekillendiren deneyimlerin ayrılmaz ve değerli bir parçası olarak gören bireyler tercih etmeyebilir. Ayrıca isteseler bile böyle bir modelde başarılı bir iletişim, verimli ve etkin bir çalışma ortaya koymakta zorlanan bireyler de olabilir. Öte yandan bilhassa sadece evden değil, daha geniş resimde uzaktan çalışmanın (veya hibrid çalışmanın) getireceği esnekliği isteyecek bireyler de olacaktır. Buna ek olarak, şirketlerin bu modellere geçiş sonrası çalışanlarının paketlerine yansıtabilecekleri materyal kazanımlar sözkonusu olduğundan, finansal refah anlamında bu şekilde çalışmaya sıcak bakacak çalışanlar olacak.

Bu resimde tek başımıza değiliz

Tüm bu çerçeve içerisine yerleştirirken hassasiyetle eğilmemiz gereken bir nokta var ki; o da ekip dinamikleri. Nitekim uzaktan çalışma mavi yakayı, mavi yaka ile birlikte yakın çalışan beyaz yakayı, sahada gezici çalışanları ve özünde birçok sektörü ıskalayan bir model. Hal böyle olunca, topyekün uzaktan çalışmaya geçmek yerine kısmen geçebilecek şirketler ağırlıkta olacak. Bunun sonucunda uzaktan çalışan ekipler ile ofisten/fabrikadan/mağazadan çalışan ekipler arasındaki iletişim, eşgüdüm, paylaşım ve işbirliği çalışan motivasyonu ve kurum performansı açısından belirleyici unsurlar arasında kendine yer bulacak. Bu uygulamaların orta ve uzun vadede ekip dinamikleri ve çalışan psikolojisine etkilerini daha net bir şekilde görmemiz mümkün olacak ancak şu an için kesin çıkarımlar yapmak adına erken bir evredeyiz. Bu konuda kurumlar olarak hızlı mesafe almamız önemli, zira daha geniş resimde sadece şirket içi dinamiklere odaklanmakla kalmamalı, tüm ekosistemi kapsayacak şekilde şirket dışı paydaşları da dikkate almalıyız. Müşteriler, tedarikçiler, altyükleniciler, iş ortakları, finansal kuruluşlar, kanun koyucu, denetleyici ve düzenleyiciler, STKlar, eğitim kurumları başta olmak üzere bizimle aynı kurumsal havayı soluyan dış paydaşlarımızın hangi çalışma modellerini nasıl uygulayacakları ve hepimizin yaratacağı ahenk ile bu geçiş dönemi daha kolay atlatılacaktır.

Bundan sonrası için…

Unutmamalıyız ki, bu çalışma modellerine yoğun ve kalıcı geçildiği takdirde kaybeden / kazanan epey işkolu olacak. İşte bu nedenle, aslında resmin kurumsal ve bireysel boyutları olduğu kadar; toplumsal bir boyutu da var. Ne yazık ki şu an için konuya bu açıdan yaklaşan pek yok. Oysa ki etkileri oldukça radikal olacak. Öyle ki, kısa vadede “kazanan”lar, ekonominin genel çarklarının işleyişi içerisinde daha uzun vadede kaybedenler kervanına eklenebilir. Doğru politikalarla, bu riskler minimize edilebilir.Öte yandan, “esneklik – çeviklik – dayanıklılık” üçgeni etrafında şekillenen geleceğin çalışma hayatı adına tek bir doğru veya mükemmel bir çözüm yok. Ama seçenekler ve çözümler var, fırsatlar ve talep var. Herşeyden öte, doğal işleyen ve önüne geçilemeyecek bir süreç var. Bizler gerçekçi düşünmeli, olumlu yaklaşmalı, geniş bir perspektiften bakmalı, uzun vadeli düşünmeli, deneyimlerimizi paylaşmalı, planlı hareket etmeli ve birbirimize destek olmalıyız. O halde sözlerimizi Aristo’nun o meşhur ifadesini biraz değiştirerek bitirelim: “İnsan, doğası gereği sosyal, mobil ve dijital bir canlıdır.”

BİLİŞSEL AYRIMCILIK VE ÇEŞİTLİLİK VE KAPSAYICILIĞA MANTIK TEMELLİ BİR YAKLAŞIM

6 Dec

Günümüzde çeşitliliğin yaş, cinsiyet, inanç, dünya görüşü, etnisite, ırk, engellilik, cinsel yönelim gibi dar ve büyük ölçüde demografik bir alana sıkıştırıldığını; bu tarz demografik verilerin yüzeysel bir çeşitlilik kavramı içine bizleri hapsettiğini; sınırlı bilgilerle duygu ve düşüncelerden ziyade birbirimizi kalıplaştırma veya bir takım varsayımlar üzerinden algılmamıza sebep olduğunu söyleyebiliriz. İş ortamında bu tarz demografik ayrımcılıklardan kaynaklanan o kadar fazla sorun yaşıyoruz ki, bu ayrımcılığı ele alış şeklimizi sığlaştırıyor ve daha büyük tehdide yeterince eğilmemize engel oluyor. Oysa akademik çalışmalar gösteriyor ki; insanlar birbirlerini daha yakından tanıdıkça söz konusu demografik özellikler gitgide daha arka planda kalıyor ve kişilik özelliklerimiz ile değerlerimiz çok daha belirleyici hale geliyor. İş hayatı özelinde çalışma tarzımız, ilişkilerimizi yönetme ve kendimizi ifade ediş şeklimiz gibi unsurları da bunlara ekleyebiliriz. Çalışma arkadaşlarımızın kendimizinkine benzeyen veya farklılaşan özelliklerine tanık olmaya başladıktan sonra zaman içerisinde “derin çeşitlilik” dediğimiz bambaşka bir çeşitliliği deneyimliyoruz. Temelde algılama, düşünme ve uygulama tarzlarımızı yansıtan bu farklılıklara “bilişsel farklılık” ismini de vermekteyiz. Yüzeyde çok benzediğimizi varsaydığımız kişilerle bir tık derine inildiğinde oldukça farklı olduğumuzu, ya da tam tersi; dışarıdan bakıldığında tabir yerindeyse ayrı dünyaların insanları gibi görünsek de bazıları ile ne derece benzeşen özelliklerimiz olduğunu görmemiz için birlikte çalışmak kadar etkin başka hiçbir platform yoktur. Peki, ya benzeşmiyorsak ne olacak? İster yüzeysel, ister derin olsun; esas mesele zaten farklılıklar karşısında nasıl bir sınav verdiğimiz. Ne yazık ki bu konudaki bilinç artmış olsa bile, ne sosyal hayatta; ne de iş hayatında çeşitlilik ve kapsayıcılık dersinden aldığımız notlar parlak değil.

İşte bu nedenle hükümetler, şirketler, STK’lar ve bireyler olarak büyük bir gayretle bir şeyleri değiştirmeye çalışıyoruz. Ancak çeşitlilik ve kapsayıcılığın iş hayatında çoğu zaman “Değerler” üzerinden gündeme getirildiğine ve tartışıldığına tanık olmaktayız. Oysa unutmamalıyız ki, değerler her ne kadar genelleştirilmeye gayret edilse de gerçekte son derece bireysel bir konu ve pratikte başı sonu olmayan bir tartışma çünkü tamamıyle duygularımıza hitap ediyor. Bu yüzden çokça işlenmiş bu perspektif yerine gelin konuya, bu yazıda birazcık da olsa “duygulardan arınmış”, mantıksal bir pencereden bakalım. Ayrıca sadece demografik perspektifle kendimizi sınırlamayıp; bilişsel – yani derin – ayrımcılığı da gözeterek saptamalarımızı yapalım.

Öncelikle iş hayatında heterojen ekiplerin çok daha başarılı olduğunu, çeşitlilik ve kapsayıcılık konusunda yol almış şirketlerin diğerlerinden bariz bir şekilde daha üstün iş sonuçları ürettiğini yıllara sari bağımsız araştırmalardan (Gartner, Great Place to Work, Deloitte, Dünya Ekonomik Forumu (WEF), Harvard Business Review ve daha niceleri…) ve bizzat sahadaki kendi deneyimlerimizden görebilmekteyiz. Bunun elbette ki çeşitli nedenleri var. Bu nedenleri irdelediğimizde, çeşitlilik ve kapsayıcılığın sadece değerler açısından değil; birçok nedenden ötürü şirketlere ve çalışanlara “iyi geleceğini” daha iyi anlamış olacağız. O halde nedir bu sebepler?

  • Çalışanların aşağılanma-dışlanma-taciz-görmezden gelinme gibi sebeplerden kaynaklı kendilerini baskı altında görmek yerine özgür hissedebildikleri, kayırmacılığın olmadığı; kişilere değil yaptıkları işe odaklanılmış adil bir iş ortamının varlığı; yüksek performans ortaya koyabilmelerini sağlıyor. Ayrıca farklı kişilikler bir araya geldiğinde birbirinden değişik fikirler, stiller ve problem çözme yöntemleri denenmiş oluyor; yaratıcılığın önü açılıyor. Gerçek bir işbirliği ve sağlıklı iş ilişkileri böylesi olumlu bir ortamda daha rahat gelişiyor.  Ayrıca genelde aksi bir kanı olsa da, heterojen ekipler karar vermede daha başarılılar.
  • Hem çalışanlar nezdinde, hem de müşteriler tarafından kapsayıcı şirketler rakiplerine göre daha çok tercih ediliyor. Özellikle iş hayatında yeni atılan gençler, karar aşamasında sadece ücret ve kendilerini geliştirme olanaklarına değil; kurumların çeşitlilik ve kapsayıcılık alanındaki konumlarını da dikkate alıyorlar. Tüketiciler ise sosyal bilinç açısından bu alanda hassas davranan şirketlerin ürün ve hizmetlerini alternatiflerine kıyasla daha pahalı oldukları koşullarda bile seçebiliyorlar.
  • Farklı profilde insanlar ile çalışmak; kişisel gelişim için oldukça faydalı. Kendimize benzeyen insanlarla birlikte olmak birbirimizi kolayca anlamak ve yeri geldiğinde “onaylanma duygusu” açısından bir tatmin ve konfor alanı sunuyor olabilir. Ancak yeni şeyler öğrenmek ve gelişmek, farklı bakış açıları kazanmak, yapıcı eleştirilerle iş yapış şekillerimizi sorgulamak ve dönüştürmek, iş atmosferinin tekdüzeleşmesinden sıyrılmak adına çeşitliliğin katkısı bambaşka oluyor.
  • Kapsayıcılık tek yönlü değil. Bunu başkalarına sunmak kadar, onlardan da bunu beklediğimizi göz ardı edemeyiz. Pozisyonlarının kendilerine verdiği güç veya şirkette “çoğunlukta olma” gibi sebeplerle ayrımcılıktan hiç etkilenmeyeceklerini düşünenler çıkabilir. Ancak er ya da geç, herkes bundan muzdarip olabilir. Bu nedenle ayrımcılığa uğramak istemiyor isek; ilk adımı ayrımcılık yapmayarak  ve çeşitlilik-kapsayıcılık üzerine bir kurum kültürüne destek olarak atabiliriz.
  • Yeteneklere ulaşmada, onları motive bir şekilde çalıştırma ve  elde tutmada eşi benzeri olmayan düzeyde zorlandığımız bir dönemden geçiyoruz. Bulduğumuz kişiler bazen yetkinlikler açısından bizleri tatmin etmiyor; beğendiğimiz adaylar ise bizleri tercih etmeyebiliyor. Seçeneklerin böylesine azaldığı bir dönemde; suni sebepler yaratıp katkı sağlayacak yetenekleri elemek veya işe alsak bile içeride barındıramamak kuruma yapılabilecek en büyük kötülükler arasında.
  • Kendi şirketinizde bir nevi homojenlik sağlamayı “başarsanız” bile; kurum olarak çok daha büyük bir ekosistemin ayrılmaz bir parçasısınız. Müşterileriniz, tedarikçileriniz, iş ortaklarınız, altyüklenicileriniz, çalıştığınız finansal kuruluşlar ve diğer dış paydaşlarınızda her türlü insana dokunmak durumundasınız. Bu farklılıkları ortadan kaldıramanız veya yok saymanız mümkün değil.

Farklılıkları şayet tehdit veya rahatsızlık verici olarak değerlendirirsek; huzurla iş yapamayız.

  • Bugün dünyadaki firmaların büyük bir çoğunluğu sadece kendi yerel pazarlarında değil, birçok farklı ülkede ve coğrafyada faaliyet gösteriyor. Oyun alanınız genişledikçe, bambaşka kültürlerde, farklı yaşam tarzlarına ve iş yapış şekillerine sahip insan profilleri ile birlikte çalışıyorsunuz. Fiziki sınırlar yerlerini sanal sınırlara bırakıyor ve bu sanal sınırlar da hem teknoloji, hem de kucaklayıcı bakış açıları ile ortadan kolaylıkla kaldırılabiliyor. Özellikle çokulusulu şirketlerin hem kendi işgüçleri, hem tedarikçileri, hem de müşterileri dünyanın dört bir yanından olduğu için, çeşitlilik ve kapsayıcılığı kurum değerlerinin en önemli parçalarından biri haline getirmede uzun yıllardır bu tarz kurumlar başı çekiyorlar.
  • Çeşitli ve kapsayıcı şirketlerde çalışanları elde tutma oranı ortalamanın çok üzerinde. Sadece bir şirkette çalışılan sürenin uzunluğu değil, bu süre boyunca ne derece motive ve kendini işe vererek çalışıldığı da önemli. Bunu biraz daha açarsak işe gitme isteği, şirketleriyle ve yaptıkları işle ne kadar gurur duydukları gibi bazı temel göstegelerde de bu farkı açıkça görmekteyiz. “Farklı” olmak, değerli olmanın ve kattığı değerin takdir edilmesinin önünde bir engel teşkil etmediğinde çalışanların o şirkete ve yöneticilerine olan güvenleri artıyor.

Görüldüğü üzere çalışma hayatında çeşitlilik ve kapsayıcılığı “samimi” ve “kalıcı” olarak yerleştirmek istiyorsak, öncelikle konsepti belki de en baştan ele almamız gerekecek çünkü cam tavanlara o kadar fazla odaklandık ki; üzerinde yürüdüğümüz çürük zeminler gözümüzden kaçmaya başladı…

“EVİM, GÜZEL EVİM” FİLMİNİ SEYRETTİK. ŞİMDİ “OFİSE DÖNÜŞ” FİLMİ VİZYONDA…

22 Jun

Moda çabuk değişiyor. Daha iki ay önce beyaz yakanın bir numaralı gündemi “Uzaktan / Evden Çalışma” idi. Şimdi ise manşetleri “Ofise Dönüş” süslüyor. Oysa yasal kısıtlamaları bir kenara koyuyorum; bazı sektörlerde işin doğası gereği, bazı firmalarda ise şirket yönetimlerinin tercihi doğrultusunda (ve umarım çalışanların da rızası ve tüm tedbirler alınarak) neredeyse tam gaz eski usul devam etmişlerdi. Özellikle üretimin devam ettiği şirketlerde işlerinin başında olan mavi yakalı çalışanlar. Bir de hibrid modeli uygulayanlar vardı. Bir kısım çalışan şirkete gitmeye devam ederken, bir kısım evden çalışıyordu. Ama tüm gruplar içerisinde en efsanesi, “hibridin hibridi” olarak adlandırdığım grup. Bu grup da aynı hibrid modeli uygulayan şirketler gibi. Tek farkı (ama önemli bir fark), bazı çalışanların bazen ofise gidip, bazen gitmemeleri… İmza atmak veya evrak bırakıp almak için, etrafı kolaçan etmek adına, evden kaçabilmek umuduyla, canları dışarı çıkmak istediği için, iş arkadaşlarını özlediklerinden ve daha türlü türlü sebep ve bahanelerle arada bir bile olsa ofise giden göçebe beyaz yaka grup. Normalleşme rüzgarları ile savrulduğumuz şu günlerde herkesi ilgilendiren öncelikli konu evden çalışanların ofise ne zaman, ne şekilde dönecekleri.

Döneceğiz elbet dönmesine de, hepimizin kafasında aynı sorular dönüyor. O soruların bazıları şunlar:

  • Hastalığı taşıyan birini ofise girmeden nasıl tespit edeceğiz? Ateş ölçer termal kameralar çare olur mu? Peki ya ateşi olmayan ya da daha çok yeni enfekte olmuş kişiler… onları nasıl tespit edeceğiz?
  • Bina yönetimleri ve bizimle aynı binada çalışan diğer şirketler ile uyum ve işbirliği içinde hareket edebilecek miyiz?
  • Misafirlerin giriş çıkışı ile ilgili protokoller nasıl düzenlenecek?
  • Ofiste aynı anda en fazla kaç kişi çalışabilir? Ofise gelemeyenler için evden çalışma politika ve prosedürlerini artık netleşti mi? Acaba beyaz yaka için de farklı shift modelleri uygulanabilir mi?
  • Kat oturum planları, alan ve kapasite kullanımına göre nasıl değişmeli?
  • Şirkette yemek yenilmeye devam edecek mi? Dışarı yemek yemeye çıkılabilecek mi?
  • Sigara içmeye gidip gelen tiryakiler nasıl bir prosedür izleyecekler?
  • 1,5 metrelik sosyal mesafe ve maske takmak kendimizi ve birbirimizi korumak adına yeterli olacak mı?
  • Yakın zamanda seyahat etmiş olan iş arkadaşlarımızla ilgili uygulanacak prosedürler neler olacak? Seyahat ve ilgili risk yönetimi prosedürlerine ilişkin yeni düzenlemeler neler olmalı?
  • İş yeri hekimimizin çalışma şekli ve prensipleri değişecek mi?
  • Binada hijyeni sağlamak ne tür dezenfeksiyon işlemleri neler olacak? Ofisin genel dezenfeksiyonu ile su-sıvı sabun-dezenfektan üçlüsü ile devam mı?
  • Kapı kolları, düğmeler, armatürler, ortak kullanılan mobilya ve yazıcı, kahve – çay makinası gibi eşyalar konusunu nasıl çözeceğiz?
  • Asansörlerde, mutfakta, toplantı odalarında ve diğer ortak alanlarda nasıl hareket edeceğiz?
  • Hastalıkları yaymada en işlevsel alan klimalar konusunda nasıl aksiyonlar almalıyız?
  • Eğer ofisteki-binadaki bir çalışma arkadaşımızda hastalığa rastlarsak, nasıl hareket edeceğiz?
  • Başta toplu taşıma olmak üzere, ulaşımın etkilerine dair neler yapacağız?
  • Şirketimize ait salgına yönelik politika ve uygulamaları, kanunlardaki sık olabilecek yeni düzenlemelerle nasıl dinamik bir şekilde uyumlu hale getirebiliriz?
  • Yüksek risk grubunda olan, ya da yüksek risk grubunda olan biri ile aynı evi paylaşan çalışanlarımız ile ilgili yaklaşımlarımız nasıl olacak?
  • Kişisel tercih olarak evden çalışmaya devam etmek isteyen ve ofise dönmemek konusunda ısrarcı olan arkadaşlarımız ile ilgili uygulamalarımız nasıl olacak?
  • Evden çalışmaya devam edecekler için yemek ve ulaşım masrafları ile ilgili sağlanan faydalar nasıl değişecek ve “yan haklar modeli” nasıl daha fazla esneyecek / kişiselleşecek?

Tabii ki sizlerin aklına daha bu soruların çok daha fazlası geliyordur. Sorularımıza yanıt ararken benim nacizane tavsiyelerim ise şunlar:

  1. Kobaylığa soyunmayın. Biraz bekleyin, başkaları neler yapmış-yapıyor gözlemleyin. Ama bu planlama yapmayın anlamına gelmiyor. Sloganımız: “Planlama atik, aksiyonda sakin”
  2. Özellikle Mart-Mayıs döneminde tamamen ya da kısmen şirketlerine gitmeye devam etmiş kurumlarla temasa geçin. Onların deneyimlerinden faydalanın.
  3. Salgının ülkemizde ve Dünyada genel gidişatını çok dikkatli takip edin. Devlet düzeyinde alınması muhtemel tedbir ve aksiyonları önden tahmin edebilirsiniz.
  4. Müşterileriniz, Çalışanlarınız, Tedarikçileriniz ve İş Ortaklarınızın; yani ekosistemdeki tüm paydaşların seslerine kulak verin. Onların deneyimleri, beklentileri, endişeleri, önerileri çok önemli. Sadece kendi iç sesinize göre hareket etmeyin.
  5. Sadece kısa vadeyi düşünerek hareket etmeyin. Bu düzen tahmin edemeyeceğimiz kadar uzun sürebilir. Planınız mükemmel olmak, her şeyi kapsamak zorunda değil. Ama geleceğe dönük ve uzun bir ufku dikkate alan şekilde hazırlanmasında fayda var.
  6. Maliyetleri iyi hesaplayın, alt alta koyunca kabarık bir fatura çıkabilir. Planlamanızı buna göre yapın ama unutmayın hiçbir şey insan sağlığından daha değerli değil. Dolayısıyla bunun ötesinde bir bedel yok!
  7. İK, Hukuk, Finans ve İş birimleri, yeri geldiğinde dış uzmanlardan da destek alarak olaya bütünsel yaklaşın ve birlikte karar alın. Bu karmaşık bir bulmaca ve işin ehli yöneticiler olarak birlikte çözmelisiniz.
  8. Topyekün bir ofise dönüş yerine küçük adımlar ile başlayabilirsiniz. “Pilot” modelini iş hayatınızda kullanmayı seviyorsanız, işte bunun tam yeri ve zamanı…
  9. Bu herhangi bir taşınma değil. İşin sağlık-psikolojik-yasal-finansal başta olmak üzere bir dolu boyutu var. Üstelik daha önce deneyimlemediğimiz bir şey. Bu yüzden bir proje gibi yaklaşmalı ve değişim yönetimini de hakkıyla planlayıp yürütmeliyiz.
  10. Bir B, hatta C planınız mutlaka olsun. İşler yeniden kötü giderse moral bozmak, panik olmak ve hazırlıksız yakalanmak yok. İlk dönemdeki tecrübelerinizden hareketle, uzaktan çalışmaya kültür-organizasyon-teknolojik alt yapı-siber güvenlik-dış paydaş yönetimi ve İK politikaları açısından hazır olun.

Çalışma hayatında yeni normale ve ofislerimize geri dönüşte fiziken-zihnen ve ruhen sağlıklı bir geçiş olması dileğiyle…

FİKİR LİDERLİĞİ ALANINDAKİ ÇALIŞMALARIM…

4 May

KONUŞMACI VEYA MODERATÖR OLARAK KATILDIĞIM ZİRVE / PANELLER

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • WEBRAZZİ – NEW HR SUMMIT / 25.09.2019 / Konuşmacı
  • HR DERGİ – ÇALIŞAN DENEYİMİ Zirvesi / 13.02.2018 / Konuşmacı
  • HR DERGİ – SEÇME YERLEŞTİRME VE YETENEK YÖNETİMİ Zirvesi / 17.10.2018 / Konuşmacı
  • HR DERGİ – İK-ONOMETR-İK Zirvesi / 15.05.2019 / Konuşmacı
  • HARVARD BUSINESS REVIEW – İnsan Odaklı Dijital Dönüşüm / 28.03.2018 / Konuşmacı
  • HARVARD BUSINESS REVIEW – İK ve Teknoloji: İnsanı Merkeze Koymak / 05.03.2019 / Konuşmacı
  • MARKETING TÜRKİYE – Youth Talks / 07.10.2019 / Konuşmacı
  • ODGERS BERNDTSON – CEOx1Day / 07.03.2019 / Keynote Speaker & Moderator
  • MCT TÜRKİYE &NOW – Business & Tech Week / 8-10.05.2018 / Konuşmacı
  • CROSSOVER – İş Dünyasının Geleceği / 05.09.2018 / Konuşmacı
  • TAİDER – 6. ULUSAL AİLE İŞLETMELERİ ZİRVESİ / 03.11.2008
  • DIGITAL TALKS – İŞ HAYATININ GELECEĞİ / 18.03.2018 / Key Note Speaker
  • DIGITAL TALKS – ALBARAKA TÜRK DİJİTAL KÜLTÜR SOHBETLERİ / 30.10.2019 / Panelist
  • PERYÖN – İNSAN YÖNETİMİ KONGRESİ 2018 / 01-02.11.2018 / Konuşmacı
  • PERYÖN – İNSAN YÖNETİMİ KONGRESİ 2016 / 20-21.10.2016 / Konuşmacı
  • ATO (ANKARA TİCARET ODASI) – Değişen İş Modelleri ve Dijital Çağın CFO’su / 19.12.2015 / Keynote Speaker
  • IFS TÜRKİYE – IFS Gelecek Yatırımcıları Zirvesi / 27.11.2019 / Konuşmacı
  • EDUPLUS – 1. MALİ İŞLER ZİRVESİ ve FİNANS YÖNETİCİLERİ ZİRVESİ / 20.06.2013 / Moderatör
  • EDUPLUS – 2. MALİ İŞLER ZİRVESİ ve FİNANS YÖNETİCİLERİ ZİRVESİ / 19.06.2014 / Moderatör
  • EDUPLUS – 3. MALİ İŞLER ZİRVESİ ve FİNANS YÖNETİCİLERİ ZİRVESİ / 22.10.2015 / Moderatör
  • EDUPLUS – 4. MALİ İŞLER ZİRVESİ ve FİNANS YÖNETİCİLERİ ZİRVESİ / 27.10.2016 / Moderatör
  • EDUPLUS – 5. MALİ İŞLER ve FİNANS YÖNETİCİLERİ ZİRVESİ / 2017 / Moderatör
  • EDUPLUS – 6. MALİ İŞLER ve FİNANS YÖNETİCİLERİ ZİRVESİ / 2018 Moderatör
  • EDUPLUS – 7. MALİ İŞLER ve FİNANS YÖNETİCİLERİ ZİRVESİ / 24.10.2019 / Moderatör
  • EDUPLUS – 3. FİNANS ZİRVESİ / 28.03.2013 / Konuşmacı
  • EDUPLUS – 4. FİNANS ZİRVESİ / 2014 / Moderatör
  • EDUPLUS – 5. FİNANS ZİRVESİ / 26.03.2015 / Moderatör
  • EDUPLUS – 6. FİNANS ZİRVESİ / 17.03.2016 / Moderatör
  • EDUPLUS – 7. FİNANS ZİRVESİ / 16.03.2017 / Moderatör
  • EDUPLUS – 8. FİNANS ZİRVESİ / 22.03.2018 / Moderatör
  • EDUPLUS – 9. FİNANS ZİRVESİ / 2019 / Moderatör
  • EDUWORKS – 13. LİDERLİK ZİRVESİ – Jeopolitik Finansve Türkiye’ye Etkileri / 14.04.2016 / Konuşmacı
  • CFO SUMMIT 2018 – EN ETKİN 50 CFO / Moderatör
  • CHRO SUMIMIT 2018 – EN ETKİN 50 CHRO / Moderatör
  • KALDER – MÜKEMMELLİĞİ ARAYIŞ SEMPOZYUMU / 26.05.2011 / Konuşmacı
  • BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ – EXECUTIVE MBA MEZUNİYET TÖRENİ / 28.07.2015 / Keynote Speaker
  • İSTANBUL YATIRIM AJANSI – Lansman Toplantısı / 17.02.2020 / Moderatör
  • KOÇ ÜNİVERSİTESİ – Uluslararası Program: GNAM / 07.03.2019 / Moderatör
  • ORACLE – Dijital Çağda Modern Finans ve CFO’nun Rolü / 14.04.2015 / Moderatör ve Konuşmacı
  • ITELLIGENCE / DELOITTE – PERAKENDE CFO’LARI YUVARLAK MASA TOPLANTILARI / Moderatör
  • DELOITTE TURKEY – CFO ROUNDTABLES / Moderatör
  • DELOITTE TURKEY – NEXT GENERATION TALKS / Moderatör ve Konuşmacı

 ONLINE CANLI YAYINLAR / ZİRVELER

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • MARKETING TÜRKİYE – EX İÇİN SIRADAKİ ADIM (ÇALIŞAN DENEYİMİ) / 24.06.2020 / (Youtube) / Konuşmacı
  • HARVARD BUSINESS REVIEW – İŞİN GELECEĞİ: Uzaktan Çalışma Sisteminde Organizasyonel Dayanıklılığı Korumak / 10.04.2020 /  (Instagram) / Keynote Speaker
  • MARKETING TÜRKİYE – COVID19 Sonrasında Şirketleri, Liderleri, Devletleri, Çalışanları ve Uluslararası Organizasyonları Neler Bekliyor? / 17.04.2020 /  (Youtube) / Keynote Speaker
  • KARİYER.NET – İŞİN GELECEĞİ / 30.04.2020 /  (Youtube-Facebook-Instagram-Twitter) / Keynote Speaker
  • WEBRAZZİ – NEW HR SUMMIT / Çalışan Deneyiminin Geleceği / 22.09.2021 / Konuşmacı
  • HR DERGİ – İÇ İLETİŞİM ZİRVESİ / 03.11.2020 / Konuşmacı
  • İTO – SANAL VE HİBRİD ÇALIŞMA MODELLERİNE GEÇİŞTE BAŞARININ ANAHTARI / 27.07.2021 / Konuşmacı
  • EGİAD – İŞ HAYATINDA Y VE Z KUŞAĞI / 25.10.2021 / Konuşmacı
  • KÜRESEL UMUT FESTİVALİ – Herkes İçin Sağlık: Pandemide Toplum ve Çalışan Sağlığını Yönetmek / 13.04.2021 / Moderatör
  • CHRO SUMIMIT 2021 – EN ETKİN 50 CHRO / Moderatör
  • JCI İzmir – YENİ NESİL LİDERLİK  / 29.06.2021 / Konuşmacı
  • KALDER (Ankara) – 10. İnsan Kaynakları Zirvesi: Sürdürülebilir Yetenek Yönetimi / 10.06.2021 / Konuşmacı
  • EDUPLUS – 2. İnsan Kaynakları Yönetimi ve Dijitalleşme Online Zirvesi / 25.06.2020 / Moderatör
  • EDUPLUS – 4. İnsan Kaynakları Yönetimi ve Dijitalleşme Online Zirvesi / 08.04.2021 / Moderatör
  • ORACLE – İŞ HAYATINDA ÇEŞİTLİLİK VE KAPSAYICILIK / 30.03 2021 / Keynote Speaker / Panelist
  • DISCOVER THE TALENT – İnsan Kaynaklarının Geleceği: Kahraman İK Pandemiye Karşı / 24.05.2021 / Konuşmacı
  • TEGEP – Dijital Zirve / 22.05.2020 / (Youtube) / Konuşmacı
  • BMI – CHRO Summit: CHRO’lar Kendilerini Nasıl Bir Sürece Hazırlamalı / 29.05.2020 / (Zoom) / Konuşmacı
  • DR. SERTAÇ DOĞANAY – Dijital Dönüşüm ve Geleceğin Yetkinlikleri / 01.06.2020 / (Linkedin-Youtube-Facebook-Twitter-TwitchTV) / Konuşmacı
  • ST Endüstri Radyo – 2020 Deloitte Global İK Trendleri Araştırması / 04.06.2020 / Radyo Yayını / Tek Konuk
  • Deloitte’la İŞİN GELECEĞİ SOHBETLERİ / Yeni Normalde Sınırlar Ötesi Görevlendirmeler / 03.06.2021 / Moderatör
  • Deloitte’la İŞİN GELECEĞİ SOHBETLERİ / Pandemi Sonrası İş Mevzuatındaki Değişiklikler ve Çalışanlar Üzerinde Olası Etkileri / 11.06.2021 / Moderatör
  • Deloitte’la İŞİN GELECEĞİ SOHBETLERİ / İK Fonksiyonlarını Bekleyen Yeni Riskler / 17.06.2021 / Moderatör
  • Deloitte’la İŞİN GELECEĞİ SOHBETLERİ / Şirket Satın Alırken İşgücü Perspektifi / 24.06.2021 / Moderatör
  • Deloitte’la İŞİN GELECEĞİ SOHBETLERİ / Alternatif İşgücünü Oluştururken Dışkaynak Kullanımının Önemi / 01.07.2021 / Moderatör
  • Deloitte’la İŞİN GELECEĞİ SOHBETLERİ / İş Hayatında Cinsiyet Eşitliğinin Önemi / 18.10.2021 / Moderatör (Konuk: EBRD)

 TV PROGRAMLARI

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • BEIN SPORTS – Futbol kulüplerinde, finansal başarı sportif başarıyı getiriyor mu?
  • BEIN SPORTS – Deloitte Futbol Para Ligi
  • TİVİBUSPOR – Koronavirüsün Futbol Ekonomisine Etkisi (2020)
  • TİVİBUSPOR – Avrupa Futbol Ekonomisinde Son Gelişmeler (2020)
  • TİVİBUSPOR – Türk Futbol Ekonomisinde Son Gelişmeler (2021)
  • TİVİBUSPOR – Deloitte Futbol Para Ligi 2021
  • BJK TV – Deloitte Futbol Para Ligi – Beşiktaş Değerlendirmesi
  • BJK TV – Deloitte Para Ligi’nde son durum nedir?
  • SPORTSTV – 2021’e Başlarken Avrupa ve Türk Futbolu
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – Futbol kulüplerinin finansal durumu
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – Globalde ve Türkiye’de futbol ekonomisi
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – Süper Lig yayın ihalesi hakkında beklentiler ve merak edilenler
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – Dört büyüklerin mali durum değerlendirmesi
  • APARA TV – SPOR EKONOMİSİ – Deloitte Futbol Para Ligi 2019
  • APARA TV – SPOR EKONOMİSİ – Deloitte Futbol Para Ligi 2020
  • APARA TV – İŞTE İNSAN – İş Hayatında Y ve Z Kuşakları (2021)
  • ASPOR – 2020/21 Sezonu Lig Şampiyonluğunun Finansal Katkısı
  • CNN TÜRK – İşletme Rehberi
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – İŞİN GELECEĞİ
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – KORONAVİRÜS DÖNEMİNDE LİDERLİK
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – BRICS
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – Şirket içerisinde CFO’ların yeri ve CFO 2017 ajandası
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – Yeni CFO Anket sonuçları
  • BLOOMBERG HABERTÜRK TV – CFO’ların 2017 beklentileri
  • TV24 – PLATİN İŞ KİTAPLARI ÖDÜLLERİ
  • TRT HABER TV PROGRAMI – Girişimci Kadınlar: Sibel Türker (Konuk)
  • HT LIVE –Sefer Yüksel – Deloitte Futbol Para Ligi 2019

 FİRMALARA ÖZEL ZİRVE / PANELLER

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • BORUSAN HOLDİNG (İstanbul) – Yöneticiler Zirvesi / 23.11.2017 / Konuşmacı
  • KOÇ TOPLULUĞU ŞİRKETLERİ – 2020 Global Human Capital Trends / 04.06.2020 / (Webinar) / Key Note Speaker
  • UNILEVER – Finance Team: Light the Spark Session: Worklife After COVID_19 / 25.06.2020 / (Online) / Key Note Speaker
  • SCHNEIDER ELECTRIC – Turkey Pulse 2021 (Yöneticiler Etkinliği): Yeni Nesil Liderlik / 05.03.2021 / (Online) / Key Note Speaker
  • ING BANK – Fireside Chat / Dönüşen Çalışma Kültürü & İşin Geleceği / 19.10.2021 (Online) / Key Note Speaker (DigitalTalks – Ozan Tatar moderasyonunda)
  • CHANEL TÜRKİYE (İstanbul) – Finance in a Digital World / 20.06.2019 / Key Note Speaker
  • ENERJİSA – EBRD / Toplumsal Cinsiyet Eşitliği / 11.03.2021 / (Online) / Panelist
  • ANADOLU GRUBU (İstanbul) – Digital Finance / 22.09.2017 / Key Note Speaker
  • OYAK GRUBU (Ankara) – HR Coordination Meeting / 28.07.2017 / Key Note Speaker
  • TOFAŞ (Bursa) – İK Zirvesi / 30.09.2016 / Key Note Speaker
  • TOFAŞ (İstanbul) – İK Zirvesi / 06.09.2019 / Konuşmacı
  • ROCHE – Finance & IT Teams Meeting – İşin Geleceği ve Pandemi Sonrası Çalışma Hayatı / 11.08.2020 / Key Note Speaker
  • TÜRK TELEKOM GRUBU (Antalya) – 10.07.2010 / Key Note Speaker & Moderator
  • DEFACTO FİNANSAL DÖNÜŞÜM WORKSHOP / Speaker & Moderator
  • TBB – Türkiye Bankalar Birliği – iK Trendler / 17.01.2017 / Key Note Speaker
  • TURKCELL – Deloitte Küresel İK Trendleri / Key Note Speaker & Moderator
  • KOÇ FİNANS – Deloitte Küresel İK Trendleri / Key Note Speaker & Moderator
  • KOÇ SİSTEM – Deloitte Küresel İK Trendleri / Key Note Speaker & Moderator
  • BEŞİKTAŞ JİMNASTİK KULÜBÜ (BJK) – Spor Kulüplerinde Bütçe  / Key Note Speaker
  • İEİS – COVID_19 Sonrası Çalışma Hayatına Hazırlık / 18.06.2020 / (Webinar) / Key Note Speaker
  • COORBIZ – İşin Geleceği ve Yeni Normalde Çalışma Hayatı / 18.06.2020 / (Webinar) / Key Note Speaker

JÜRİ VE DEĞERLENDİRME KURULU ROLLERİ, MENTORLUKLAR

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • CFO SUMMIT 2017 – EN ETKİN 50 CFO / Jüri (Danışma Kurulu) Üyesi
  • CFO SUMMIT 2018 – EN ETKİN 50 CFO / Moderatör ve Jüri (Danışma Kurulu) Üyesi
  • CHRO SUMMIT 2018 – EN ETKİN 50 CHRO / Jüri (Danışma Kurulu) Üyesi
  • CHRO SUMMIT 2021 – EN ETKİN 50 CHRO / Jüri (Danışma Kurulu) Üyesi
  • İTÜ ÇEKİRDEK KULUÇKA MERKEZİ – MENTOR
  • DELOITTE EĞİTİM VAKFI (DEVAK) – MENTOR
  • 8. PERYÖN İNSANA DEĞER ÖDÜLLERİ / 2016 / Deloitte Değerlendirme Ekibi Lideri
  • 9. PERYÖN İNSANA DEĞER ÖDÜLLERİ / 2017 / Deloitte Değerlendirme Ekibi Lideri
  • 10. PERYÖN İNSANA DEĞER ÖDÜLLERİ / 2018 / Deloitte Değerlendirme Ekibi Lideri
  • 11. PERYÖN İNSANA DEĞER ÖDÜLLERİ / 2019 / Deloitte Değerlendirme Ekibi Lideri
  • 12. PERYÖN İNSANA DEĞER ÖDÜLLERİ / 2020 / Deloitte Değerlendirme Ekibi Lideri
  • FARKLI AİLE ŞİRKETLERİNE (1., 2., 3. KUŞAK) MENTORLUK
  • DENEYİMLİ PROFESYONELLERE MENTORLUK
  • TERS (REVERSE) MENTORLUK

GERÇEKLEŞTİRDİĞİM DİĞER SUNUMLAR VE MODERASYONLAR:

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • ÜNİVERSİTE SUNUMLARI: Boğaziçi, Koç, Özyeğin, İTÜ, Bilgi, İstanbul, TOBB ve Diğer Üniversiteler
  • ORACLE  ETKİNLİK SUNUMLARI
  • SAP ETKİNLİK SUNUMLARI
  • Deloitte – Itelligence Perakende CFO’ları Toplantıları / Moderatör
  • Deloitte Next Generation Talks / Moderatör ve Konuşmacı
  • Deloitte CFO Roundtables / Moderatör ve Konuşmacı
  • TBB – İstanbul Finans Merkezi – Arama Konferansı
  • İBB – Yatırım Ajansı Lansmanı – Arama Konferansı

YAZDIĞIM KİTAPLAR

  • TÜRKİYE’NİN CFO’LARI – 2014 (Foo Yayınları)
  • FANATİK ROMANTİK İŞKOLİK – 2013 (İkinci Adam Yayınları)

HAZIRLADIĞIM RAPORLAR

Temel Konular:  İnsan Kaynakları ve Yetenek Yönetimi – İşin Geleceği  – Futbol Endüstrisi – Aile Şirketleri ve Kurumsallaşma – CFO’lar ve Finansal Dönüşüm – Jİnşaat / Gayrimenkul – ERP ve Kurumsal Uygulamalar

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • 2021’e Başlarken Avrupa’da ve Türkiye’de Futbol Ekonomisi / Ocak 2021
  • Türkiye’de Aile Şirketleri İçin Kurumsal Yönetim: Neden ve Nasıl Uygulanmalı? – TAİDER / Kasım 2021
  • COVID-19 Sonrası Yeni Çalışma Hayatına Hazır mısınız? / Temmuz 2020
  • Bildiklerinizi Unutun – Çalışan Deneyimi 201 / Mayıs 2020
  • İşin Geleceği: Uzaktan Çalışma Sisteminde Organizasyonel Dayanıklılığı Korumak / Nisan 2020
  • COVID-19: Çalışanlara ve Çalışma Hayatına Olası Etkileri / Mart 2020
  • Deloitte Futbol Para Ligi 2018: Meraklısı İçin Notlar… / 2019
  • Avrupa CFO Anketi – Türkiye Sonuçlarının Analizi Deloitte Türkiye CFO Serisi 2017 / 1
  • Bir Futbol Kulübünde CFO Olmak – Deloitte Türkiye CFO Serisi 2016 / 3
  • Globalleşen Türk Firmalarında CFO’ların Öncelikleri – Deloitte Türkiye CFO Serisi 2016 / 2
  • Kariyer dünyasında CFO’nun yeri – Deloitte Türkiye CFO Serisi 2016 / 1
  • Değişen İş Modelleri ve Dijital Çağın CFO’su – Deloitte Türkiye CFO Serisi 2015 / 2
  • Performans yönetiminde finans fonksiyonunun rolü – Deloitte Türkiye CFO Serisi: 2015 / 1
  • Vergi incelemelerinde CFO’lar nelere dikkat etmeli? – Deloitte Türkiye CFO Serisi: 2014 / 1
  • TÜRKİYE’NİN İNŞAAT LİDERLERİ 2010 (Türkiye Müteahhitler Birliği & Deloitte) / Şubat 2011
  • Milenyum Sonrası CFO: Son 10 yıla damgasını vuran 10 temel unsur / Ekim 2010
  • CFO Nedir?: Ezberi bozuyoruz / Mayıs 2010
  • Dengenin ve zamanlamanın önemi: Dalgaların arasında CFO’lar / Aralık 2009
  • Yarının CFO’ları / Eylül 2008
  • Deloitte Maps for Real Estate in Turkey / 2008
  • Yönetim Kurullarının ve Yöneticilerin İşletmelerinin Sağlığı Hakkında Bildikleri ve Bilmedikleri / 2008
  • CFO’ların Değişen Rolü / Eylül 2007
  • Deloitte European CFO Surveys (Deloitte Avrupa CFO Anketleri)
  • Deloitte Global Human Capital Trends Surveys (Deloitte Küresel İK Trendleri Araştırmaları)

DÜZENLİ YAZAR OLARAK MAKALELER YAZMIŞ OLDUĞU MECRALAR

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • BloombergHT, Marketing Türkiye, CFO World Magazine, Dünya Gazetesi, PY DERGİ (PERYÖN), Finans Dünyası, Strategy (Akfen Holding yayını), FBR Family Business Review (Deloitte Türkiye Yayını), The Deloitte Times (Deloitte Türkiye Yayını)

KAPAK DOSYASI, RÖPORTAJ VE HABERLERİMİN YAYINLANDIĞI BASILI MECRALAR

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • FORTUNE, CAPITAL, PLATIN, BUSINESS WEEK, TURKISH TIME, MARKETING TÜRKİYE, HR DERGİ, EKONOMİST, PARA DERGİSİ, BUSINESS LIFE, DÜNYA, HÜRRİYET, HÜRRİYET İK, HABERTÜRK, INBUSINESS, NEWSWEEK, MİLLİYET, SABAH, SÖZCÜ, FOUR FOUR TWO, SOCRATES, SERENCEBEY, LPM DERGİ, İNŞAAT VE YATIRIM, ŞANTİYE, FİNANS DÜNYASI, TİDE, CFO WORLD MAGAZINE…

KAPAKTA YER ALDIĞIM MECRALAR

(Sadece bazılarına yer verilmiştir.)

  • CFO WORLD MAGAZINE
  • PARA DERGİSİ
  • LPM DERGİ
  • TELEGRAPH (OXYGEN CONSULTING)

COVID-19: AİLE ŞİRKETLERİ İÇİN RİSK Mİ, FIRSAT MI?

2 May

Yayınlandığı Yer: DELOITTE FAMILY  BUSINESS REVIEW FBR DERGİSİ

Bugün COVID-19’un şirketlere etkisi ele alındığında, şirketleri ayırt etmek adına herkesin ilk baktığı şey hangi sektörde faaliyet gösterdiği. “Turizmciler fena patladı”, “Gıda iyi gidiyor valla”, “Bu iş teknoloji şirketlerine yaradı…”, “Perakendeciler zor durumda”, “Sağlık sektörü alır yürür buradan” vs. Bir diğer popüler ayrım ise “büyük firma – KOBİ” ayrımı. “Bu salgın KOBİ’leri vurur”, “Onlara bir şey olmaz, ne de olsa koskoca şirket” gibi.. Sizler de sıkça böyle yorumlar duyuyor, hatta yapıyorsunuzdur. Bunda olağandışı bir durum yok. Olağandışı şey, şirketlere neredeyse hepimizin sadece sektör ve ölçek perspektifinden yaklaşıyor olması. İyi, güzel ama peki ya şirket sahiplik / hissedar yapısı? Onun hiç mi bir etkisi yok? İşte bu yazımda gözlerimize inen perdeyi biraz aralamaya çalışacağım.

Öncelikle hepinizin bildiği üzere aile ve patron şirketlerinde kurumsallaşma ezelden beri süre gelen bir numaralı gündem maddesi. Sırf bu konuda kaç makale yazdım; kaç tane yazı okudum, kaç sunum yaptım; kaç tane dinledim, kaç proje tamamladım sayısını bilmiyorum. Tabii bunları deneyimlerken “kurumsal olmak ya da olmamak” veya daha ılımlı bir ifade ile “kurumsallaşma dozu”nun kazandırdıkları ve kaybettirdiklerini az çok görebilme şansım oldu. Açıkçası, her aile şirketinin ihtiyacına göre ayarlanmış dozda kurumsallaşma ve profesyonelleşmenin faydasına hep inandım. Birlikte çalıştığımız müşterilerimde o doğru dozu bulmaya ve yeri geldiğinde doz ayarlamasının nasıl yapılacağını aktarmaya gayret ettim. Bu dönemlerde müşterilerimle birlikte neler yaşamadık ki… Finansal darboğazlar, aile işi çatışmalar, profesyonel kadrolarla uyum sorunu, mücbir sebep sayılacak bir dolu olay… Ama bugün yaşadığımız, belirli kurumlara özel çok istisnai yaşanmışlıkları ayrı tutarsak, ölçek ve etki açısından çıtayı bir hayli yükseltti. Ve çok net bir gerçeği paylaşmak isterim: Şu ana kadar gördüğüm kadarıyla kurumsal şirketler bu süreci tüm boyutları ile bütünsel değerlendirdiğimizde görece daha iyi yürütüyorlar.

Peki, aile şirketleri için tablo nasıl görünüyor? Onlarca yıl itinayla büyütüp geliştirdiğiniz, kuşaktan kuşağa kazasız belasız devretmek için o kadar çaba verdiğiniz şirketiniz boyutunu tahmin bile etmekte oldukça zorlandığınız bir tehlike ile karşı karşıya. Bu tehlike herkes için geçerli. Çalışanlar için, Üst Düzey Yöneticiler için, Patronlar ve Hissedarlar için… Ama kabul edelim: Burada çemberiniz ne kadar büyükse, sorumluluklarınız da, riskiniz de, kaybedebileceğiniz de o oranda büyüyor. Kazanırken patron olmak güzel ama peki ya kaybetme riski bu kadar büyükken halen iyi hissedebilmek mümkün mü? Bir yandan müşterilerinizi memnun etmeye, kaybetmemeye çalışacaksınız, diğer taraftan çalışanlarınızı… Şirketinizin finansal sürdürülebilirliği ile işgücünüzün sağlığını aynı anda sağlamaya çalışacaksınız. Karşı karşıya olduğunuz tehlikeye rağmen sakin kalacaksınız. Çalışanlarınıza rol model olacaksınız, liderlik edeceksiniz. Aile içinde eğer yaşanan bazı sıkıntılar varsa, onlara bir süreliğine sünger çekeceksiniz. Problemlerinizi bu dönemi atlatıncaya dek askıya alacak ve işbirliği yapacaksınız. Zor kararları doğru zamanda, doğru kişilere danışarak alacaksınız. Yanınızda aileden olsun, aile dışı olsun yetkinliklerine ve kişiliklerine güvenebileceğiniz bir “A Takımı”nız olacak. Olayları, mali – hukuki-insani – idari – pazar/müşteri – tedarik zinciri-ekosistem gibi çok farklı boyutları ile aynı anda değerlendireceksiniz. İçeride iyi işleyen bir karar alma ve yetki devir mekanizması olacak. Yedeklemeleriniz iyi çalışacak. İletişimi yaparken çok dikkatli olacaksınız. Bu dönemde ağızdan, klavyeden çıkan her şey farklı boyutlara gidebilir. Daha etraflı araştırıp düşünmek ama daha hızlı karar vermek. Farkındayım, hiç kolay değil.

Öte yandan şarkıda dediği gibi “Bugünlerin yarınları var…” Şirketinizi bugün nasıl yüzdürebileceğinize odaklanırken, gelecekle ilgili planlar yapmaya devam etmelisiniz. Bir daha “karaya oturmamak” için geminin kaptanı olarak stratejinizde, iş modelinizde, organizasyonunuzda, işgücü modelinizde, ekibinizde, iş yapış şekilleri ve kültürünüzde, dijital ve teknolojik altyapınızda, süreçlerinizde, paydaş ilişkilerinizde, kurumsal verinizde, paydaş ağınızda neleri hemen, neleri zaman yayarak değiştirmeniz gerektiğini etraflıca ele almalısınız. Bunları gerçekleştirebilmek adına kurumsallaşma adına atılması gereken adımları belirlemelisiniz. Kendinizinkiler başta olmak üzere yapılan hatalardan ve eksik yapılan şeylerden dersler çıkarmalı; kendinizin ve ekibinizin liderlik stilini masaya yatırmalısınız. Empati, kapsayıcılık, dijital okuryazarlık, erişilebilirlik, çeviklik, yaratıcılık, stres yönetimi / serinkanlılık, karar verme, iletişim, delegasyon becerisi adına nasıl bir sınav verdiniz, veriyorsunuz?

Kimbilir, belki de bu alışılmadık dönem, kendimiz, şirketimiz ve ailemiz adına daha önce vermekte zorlandığımız bazı kararlar vermek, alışkanlıklarımız kırmak, değişimi kucaklamak ve tüm bunların faydalarına erişebilmek adına bir fırsat dönemidir…

 

AİLE ŞİRKETİNDE DEĞİŞİM Mİ? HEP O ESKİ ŞARKILAR…

17 Jan

Yayınlandığı Yer: DELOITTE FAMILY BUSINESS REVIEW DERGİSİ

Bir aile şirketinde değişimden bahsetmek, bilhassa karar vericileri değişim adına önemli adımlar attırmaya çalışmak; polen alerjisine sahip kişileri bahar mevsiminde kırlara ağaçlara salmaktan farksız. Yanlış bir tablo çizmek istemem. Bu girizgahtan aile şirketlerinin hepsinin, tamamen statükocu, hiçbir adım atmayan yapılar olduğu sonucu çıkmasın. Ama belli sebeplerden kaynaklı direnç mekanizmalarını da yok saymak gerçekçi olmaz. İşte bu yazımda söz konusu durumun kök nedenlerine ineceğim.

Yine, yeni, yeniden sev

  1. İnovasyon – Yenilikçilik Patronun TekelindeAile şirketlerinde inovasyon denildiğinde akla gelen tanım biraz sınırlı ve daha ziyade “iş geliştirme” ile eşleştiriliyor. Ya da ARGE-ÜRGE ekseninde algılanıp, ilgili departmanlara sıkışıp kalıyor. Oysa çok daha geniş bir şemsiye ve daha farklı bir bakış açısı ile ele alınması gereken bir konu. Daha önemlisi, iş geliştirme adına atılacak adımları genelde patronlar atıyor. Bunlar şirketin bırakın geneline yayılmayı, yönetim kadrolarına dahi sirayet etmiyor. Ayrıca buradaki iş geliştirme, teknoloji – dijitalleşme ile pek örtüşen bir ruhla ilerlemiyor. Aslında şirket al – sat, iş ortaklığı kur, yeni coğrafyalara açıl, kritik bazı ürün – hizmet lansmanları gibi başlıklara endeksli bir işleyiş var. Oysa dijitalleşme ile iç içe geçmiş, kuruma daha fazla yayılmış bir iş geliştirme ve inovasyon kültürü değişimin bir iş yapış; bir nefes alıp verme şekline dönüşmesini sağlayacaktır.

Daha yolun başındasın, değişirsin diyorlar…

  1. Kültür ve Alışkanlıklar Kolay DeğişmiyorÖzellikle kurucu kuşak ile başlayan sonra bir sarmaşık gibi tüm şirkete yayılan farklı bir kültür oluşuyor şirketlerde. Süreçler yerine alışkanlıklar, yazılı kurallar yerine genel kabüller ve iş yapış şekilleri, adı konulmamış hiyerarşiler, kişiye bağlı organizasyon yapıları ve kişilerin kurumdaki ilginç konumlandırılma şekilleri akla ilk gelen örnekler arasında… Bunlara kolaylıkla çalışanların konfor alanlarını terketme konusundaki isteksizlik, patronları bir şeylere ikna etme konusundaki düşük motivasyon, karmaşık ilişki ağları, geçmişte yaşanmışlıklar üzerine kurulmuş dünyaları ekleyebiliriz. Değişim konusunda en hevesli kişilerin bile böylesi ortamlarda ya dışarıya kaçma, ya da bulundukları ortama uyum sağlama yolunu seçtikleri bir gerçek. Şaşırtıcı olan, ikinci grubun yüzdesinin hiç de az olmayışı. Kişiler, kişilerin yaklaşımları ve kültür değişmedikçe dış dünyada ne olursa olsun, içeride değişim zorlu bir sınav olmaya devam edecektir

Beraber yürüdük biz bu yollarda

  1. Profesyonelleşemeyen ProfesyonellerBir diğer etken, “patron zehirlenmesi”ne maruz kalmış çalışanlar. Uzun süredir bir arada çalışan, şirketi-sektörü iyi tanıyan ve güvenilir kişi kontenjanı ile kurumlarda yer edinmiş bu kişilerden bazıları zamanla şirketlerinde yönetici seviyesine geliyor; hatta Yönetim Kurullarında görev alıyor veya küçük hissedar yapılıyorlar. Liyakat mı – sadakat mi tartışmaları bir tarafa, bu uzun yol arkadaşlarının çoğu (sözüm meclisten dışarı) aslında risk almaktan çekindikleri için konuyu patrona eskale eden ama yetkilendirilmedikleri için şikayet eden bir yaklaşımı benimseyebiliyorlar. Gri alanlardan dem vurup, kah siyaha çalan koyu gri alanların derinliğinde; kah beyaza çalan gri alanların belirsizliğinde gündelik işlerini yürütebiliyorlar. Böylece sadece patron kademesinde değil, şirketin tümüne yayılan bir iş yapış şekli hakim oluyor. Aile bireylerini dönüştürmek yerine, aile bireyleri gibi davranan bir ekip ortaya çıkıyor. Burada biraz taze kan, yani dışarıdan kişileri de kuruma kazandırmak ve daha önemlisi onları içeride tutundurmak en iyi yöntem. Bunu yaparken tabii ki her kutuyu dışarıdan dolduracağız gibi bir şey anlaşılmamalı. Ortada bir gerçek var: Üst Yöneticileri değiştirmede aile şirketleri daha yavaş kalıyor ve onlar da değişime daha mesafeli

Para, para, para; varlığı bir dert, yokluğu yara

  1. Ürküten Yatırım Maliyetleri

Bazen insan şaşırıyor… Milyonlarca liralık yatırıma kolaylıkla girişen patronlar, çok düşük bütçeli bazı projelere nasıl oluyor da ikna olmuyorlar? Bunun altında yatan faktörler özünde psikolojik. İlgilerini çeken, inandıkları, bilgi sahibi oldukları alanlar ve konular söz konusu olduğunda patronların iştahına ve hızına yetişmek mümkün değil. Hatta çalışanlar yavaş kaldıkları için eleştiri oklarına maruz kalıyorlar. Tabii ki ciddi fizibiliteler yapılıyor (ne yalan söyleyeyim; aslında bazen de yapılmıyor). Ama eğer patron önceliklendirmesi açısından o ya da bu sebeple radara girmeyen bir atılımdan bahsediyorsak bir anda yatırım maliyetleri, harcanacak odak ve efor gündem maddesi haline gelebiliyor. Böyle durumlarda hangi riski önleyeceğimiz veya hangi (tercihen parasal) kazancı yaratabileceğimizi gündemimizdeki değişim hamlesi ile örtüştürerek aktarabilirsek, bunu yaparken tek bir kişinin fikri değil; kolektif bir aklın ürünü ve önerisi olarak ortaya koyabilirsek, patronlarda farklı fikirlere açık olmayı tetikleyecek bakış açısını kazandırmaya ön ayak olursak (mesela koçluk); daha fazla şansımız olur.

Aynı nakarat, hep aynı aynı…

  1. Kendime güveniyorum ama ben onlara güvenemiyorumKimi zaman mazaret, kimi zaman hakikat; patronların değişim ile ilgili engel olarak ortaya koydukları iki ana başlık var. Bunlardan biri insan kaynağı ilgili, diğeri ise teknoloji başta olmak üzere altyapı ile ilgili. İnsan kaynağına dokunan konu, mevcut çalışanların yeterince yetkin olmamasına dair söylem. Hatta daha da ileri gidip kendi adaptasyonlarından değil, çalışanların adaptasyonlarından bahsederek bunun zor olacağını belirten patronlar mevcut. Ayrıca mevcut yazılım ve teknoloji altyapılarını radikal boyutta değiştirmek gerekeceğini ve buna hazır olmadıklarını ifade edenler var. Bu söylemleri veri güvenliği ve mahremiyet ile ilgili endişeler, iş modellerinin topyekün değişmesi anlamına geleceğine dair kaygılar ile zenginleştirebiliriz. Sonuçta buradaki ana mesaj “ben iyi aşçıyım, yemek de pişirmek istiyorum ancak malzeme ve mutfak uygun değil”e geliyor. Oysa doğru malzemeyi bulmak, mutfağı değiştirmek yani değişime engel gördüğümüz şeyleri değiştirerek işe başlamak atılacak en doğru adım.

Bana bir masal anlat baba

  1. Kendimize Anlattığımız Hikayeler

Son olarak bazı sloganları realitemiz haline getirmiş olmamız değişim yolculuğunda bir kasis olarak karşımıza çıkıyor. “Sektörümüzün doğasına ters…”, “Falanca şirketin patronuyla konuştum, yaptıklarına pişmanlar”, “Önce başkası denesin”, “Bizde o iş olmaz” vesaire vesaire… Bu tarz sloganlara en çok kendimizi inandırıyor, çevremizi de inandırmaya çalışıyoruz. Artık farklı şekilde düşünmek, konuşmak ve davranmak zorundayız. Yoksa değişim kendisi bir slogan olmanın ötesine geçmeyecektir…

 

PATRON SAYESİNDE KURUMSAL YOLCULUK (MU), PATRONA RAĞMEN KURUMSAL YOLCULUK (MU)?

28 Oct

Yayınlandığı Yer: DELOITTE FAMILY BUSINESS REVIEW DERGİSİ

Birçok aile şirketi kurumsallaşmak istiyor veya en azından bunu ifade ediyor. Birçoğunun dilinde “kurumsal yönetilmek” var. Öte yandan “acaba bunları başarabilir miyiz?” diye endişe duyuyorlar. Sırf bu yüzden büyük ve ciddi adım atmayan veya yarı yoldan dönen firmalar var. Bu endişenin altında, kurumsallaşmaya ve kurumsal yönetime atfedilen yanlış anlamlar önemli bir rol oynuyor. Aslında bu kavramlar ile ne anladığımız son derece önemli. Öncelikle sıkça yapılan bir hatayı ortadan kaldırarak yazımıza başlayalım: Kurumsal Yönetim ile Kurumsallaşma aynı şeyler değil. Birbirlerini bütünleyen, destekleyen kavramlar ancak birbirleri ile karıştırılmamalılar. Kurumsal Yönetim, birçok tarifi olmakla birlikte “Şirketin yönlendirilmesinden sorumlu Yönetim Kurulu, fon-kaynak sağlayan hissedarlar ve işleri yürüten Yönetim arasındaki güç dengelerini kapsar”. Öte yandan Kurumsallaşma “Strateji, değerler, politika ve prosedürler, net görev tanımları, amaca uygun organizasyon, bilgi teknolojileri altyapısı, iş akışları ile ilgili yetki ve sorumlulukların tespiti gibi temel unsurları kapsar”. Diyebiliriz ki, bu özellikleri ile kurumsal yönetim olgusu kurumsallaşmayı kapsayan ve içine hissedarlar ile yönetim ve diğer menfaat sahipleri arasındaki dengeyi yerleştiren üst bir yapıdır. Ben aile şirketleri perspektifinden baktığımda ikisine birden “Kurumsal Yolculuk” demek istiyorum.

Bir diğer endişe kaynağı ise oluşan beklentiler ve konulan hedef makul çıtaları daha en baştan aşıyor oluşu.

“%100 Kurumsallaşma” ve/veya “Tamamıyla Kurumsal Yönetilmek” diye bir beklenti ve hedef ile yola çıkılmamalı. Bu hem bu şekilde ölçülebilecek bir şey değil, hem de her şirket için aynı düzeyde kurumsallaşma makul ve faydalı değil. Özellikle bazı sektörlerin doğası, göreceli olarak daha mütevazi kurumsal yolculuk seviyesine uygun. Ayrıca iş yapış şekillerimizi belirleyen faktörler (strateji, rekabet, yetenek, teknoloji, regülasyon vb.) değiştikçe kurumsallaşma için bugün hedeflediğimiz seviyenin kendisi de değişikliğe uğruyor. Bunlara ek olarak kurum kültürü aile şirketlerinde belirleyici olabiliyor. Özellikle Anadolu’da ve küçük şehirlerdeki aile şirketlerinde yerel unsurlar da önemli bir etken. Özünde kurumsal yolculuk sonu belli olan bir yolculuk değil. Kurum var oldukça devam edecek ve bayrağı yeni kişilerin alıp taşıyacağı bir yolculuk… Konulacak iddialı hedefler, bazen aracın amacın önüne geçmesine sebep olabiliyor. Kurumsal Yolculuk bir amaç değildir, bir araçtır. Bir hedef değil, bir iş yapış tarzıdır. Amaç (başarının tarifinin net bir şekilde yapılabilmesi önkoşulu ile) başarılı bir şirket olmak ve bu başarıyı sürdürülebilir, gelecek nesillere aktarılabilir kılmaktır.

Üçüncü dikkat çekmek istediğim nokta kurumsallaşmaya ve kurumsal yönetime atfedilen ürkütücü şöhret ve yaratılan negatif alı. Kurumsal Yönetim ve Kurumsallaşma ile şirketinizde şunlar anlaşılıyorsa başınız dertte demektir: Bürokrasi yaratmak / Hantallık, esnekliği kaybetmek / Hiç inisiyatif almamak / Çok büyük bir organizasyon yapısı / Kallavi bir dokümantasyon / Kalın bir rapor seti / Her adımı kontrol etmek / Yaratıcılığı öldürmek / Robotlaşmak / Hiç istisnai durum olmaması / Sürekli toplantı yapmak / E-posta’ları cc ile doldurmak / Aile üyelerini dışarı itmek / Maliyetleri tavana vurdurmak / Şirketin imajına makyaj yapmak ancak altını boş bırakmak… Bu algının altında yanlış anlamlandırmalar neticesinde yapılan eksik – hatalı uygulamalar kadar, bunun başarılmasını istemeyen zihniyetlerin bilinçli kara propagandaları veya yüksek egolarımız da rol oynuyor. Gri alanları seven ve bunları kurumsal platformda kendileri için avantajlı bir iklime çevirenler oldukça fazla sayıda. Ve itiraf etmeliyiz ki, bu duruma en çok prim verenler sıklıkla patronların bizzat kendileri oluyor. Bunun sebeplerini iyi anlamak gerekli. Özellikle kurucu kuşak için şirketleri aileleri eşleri ve/veya çocukları gibi. Firmalarına ve markalarına adeta aşıklar. Şirketlerini asla satmak istemiyorlar. Çok ileri yaşlara kadar yüksek tempoda çalışmaya devam ediyorlar. Özel hayatlarına ve sağlıklarına çok özen göstermiyorlar. Kurucu kuşak, çoğu zaman aileden veya aile dışından hiçbir kimsenin asla kendileri kadar şirketi iyi yönetemeyeceği ve ileri taşıyamayacağına inanıyor. Bu yüzden yetki devrinde büyük zorluk yaşıyorlar, sürekli operasyonun içinde kalıyorlar. Yüksek beklentiler ile tüm kurum üzerinde baskı yaratıyorlar. Tabir yerinde ise bu sevdayı yaşarken “yoruluyor ve yoruyorlar”. Şayet bu yaklaşım ve duygular, genetik miras ve yetiştirilme tarzı ile ikinci, üçüncü kuşaklara aktarılıyor ise, farklı eğitimlerden geçerek daha fazla akademik donanıma sahip olmak belirgin bir fark yaratmıyor; dolayısıyla hayat aynen devam ediyor.

Son olarak içinde bulunduğumuz durum adına sahip olduğumuz farkındalık önem taşıyor. Sokrates’in dediği gibi “Kendini bil” sözünden hareketle bazı kritik sorulara samimi yanıtlar verebilmeliyiz. Şirketiniz ne kadar kurumsal yönetiliyor? Kurumsal olmayan şirketleri nasıl tanırsınız? Siz de onlardan biri misiniz? Çok basit. İşte birkaç ipucu… Kurumsal olmayan ve yönetilmeyen şirkette/şirketin:

    • Stratejisi vardır, ancak bunu tabana yaymaz. Zaten bu dokümante edilen bir süreç ve olgu değildir.
    • Daha ziyade kısa ve orta vadeli kazanımlara odaklanır. Öngörü ile değil, refleksle hareket eder.
    • İnsan alır, ama onları eğitmez; geliştirmez…
    • Yetkiler, kararlar çok az kişinin tekelindedir. Korku nedeniyle zaten pek çok çalışan sorumluluk, dolayısıyla risk almak istemez. Delegasyon, eskalasyon, yetkilendirme ve karar mekanizmaları net değildir.
    • Sorumluluk ve yetki dağılımı dengesizdir. Kantarın topuzu her iki yönde de kaçabilir.
    • Başarı ile başarısızlık –dolayısıyla performans yönetimi- daima tartışmaya açıktır. Ödül ve ceza mekanizmaları belirsizdir.
    • Herkes “kesik çizgi” ile de olsa patrona bağlı çalışır. Patrona yakın olmak büyük önem taşır.
    • Organizasyona göre kişi değil, kişiye göre organizasyon yapılır. Yeni bir organizasyonun belirlenmesi ile açıklanması arasında bazen önemli süreler geçebilir. İlişkiler çok büyük önem taşır.
    • Gayrı resmi ve dolaylı iletişim kanalları devrededir.
    • Sorumluluk paylaşımı ve iş yapış şekillerinde gri alanlar yaygındır. Herkes, her işi yapabilir.
    • Ücretler belirlenirken kişisel pazarlık ve müzakere yetenekleri ön plana çıkar.
    • Yazılı kurallar, prensipler yerine genel teamüller vardır.
    • Çalışanların yedeklenmelerine odaklanılmaz. Zaten asgari sayıda çalışanla ilerlemek makbuldür.
    • Ticari sırların da ötesinde, her şey herkesten saklanır. Güven, sınırlı bir zümreye sağlanan ayrıcalıktır.
    • “Patron imzası” nedeniyle işler duracak noktaya gelebilir.
    • Sadakat, liyakatın önüne geçebilir. “Beraber yürüdük biz bu yollarda” bakış açısı hakimdir.
    • Her şey aniden çok hızlı değişebilir; ya da senelerce aynı kalabilir. Kimi zaman da değişiyor gibi bir tablo çizilir. Aslında pek de bir şey değişmemiştir.
    • Denetlenebilir bir ortam ve düzenli işleyen bir denetim mekanizması mevcut değildir. Suistimal, israf, ihmal, hata olmasın istenir ancak bunları önlemek için organize şekilde ilerlenmez.
  1. Yanıtlarınız ne olursa olsun endişelenmeyiniz. Yukarıda yazanlara az ya da çok her şirkette rastlanır. Sayısını anımsayamadığım firmaya bu süreçte eşlik etmiş bir profesyonel olarak diyorum ki; kurumsal yolculuk zordur, zahmetlidir. Ama özünde son derece faydalı ve güzel bir yolculuktur. Şirkete de, patrondan en deneyimsiz çalışana kadar herkese değer katar. O yüzden tüm zorluklara rağmen rahatlıkla diyorum ki: “İyi yolculuklar”…

GİRİŞİMCİ RUHLU PATRONLAR İÇİN HANGİ İŞ MODELLERİ DAHA CAZİP?

28 Oct

Yayınlandığı Yer: DELOITTE FAMILY BUSINESS REVIEW DERGİSİ

Her patron girişimci doğar

Genetik ile uğraşan bilim insanları patronların gen haritalarını çıkarmaya kalkışsalar, büyük olasılıkla “girişimcilik” diye yeni bir gene rastlarlar. Aile şirketlerinde yeni bir işe girişmek, farklı sektörlerde yatırımlar yapmak çok sık gündeme gelen bir konu. Bunun çeşitli sebepleri var. Kimi zaman patron, içinde bulundukları sektörde “denizin kuruduğunu” hissediyor, bu yüzden yeni açılımlara bir nevi mecbur kalıyor. Kimi zaman ise, sonraki kuşaklara paylaştırılabilecek “anlamlı lokmalar” yaratabilmek adına yeni kulvarlara yöneliyor. Tabii sağdan soldan “şu iş şöyle karlı, bu iş şöyle parlayacak” şeklinde suflelerle akıl çelmeye çalışan oldukça fazla sayıda kişiyi de hesaba katmak gerek. İlla ki bunlardan birkaçı muratlarına eriyor. Kanımca en ilginci, hiçbir baskı ve yönlendirme olmadan tamamen otomatik bir güdü ile yeni heyecanlar arayan patronlar. Sayıları hiç de az değil. Zihinleri her daim farklı bir alana, farklı bir pazara, yeni iş yapış şekillerine kayıyor. Onları ayakta tutan, herkesten farklı kılan işte bu güdünün ta kendisi. Hiç ihtiyaçları olmasa dahi, hatta bazen bir şeylerin pahasına bu şekilde davranabiliyorlar. Peki paralarını doğru yerlere mi kanalize ediyorlar? Bu noktada “Mutlaka falanca sektöre girmeliler, aman filanca sektörden uzak durmalılar” gibi keskin söylemlerden uzak durmak gerekiyor. Öte yandan her sektör aynı derece karlı ve cazip değil. Sonuçta eğer bir yatırım (hatta bunu hem maddi, hem de manevi yatırım olarak görmek lazım) yapılacak ise, bir getiri beklentisi de olacak. Burada esas dikkate alınması gereken iş dünyasının hangi noktaya doğru gittiği. İşte bu makalemde bilimsel verilerle destekleyerek bu konuyu ele alacağım.

Dün, bugün, yarın

Teknolojideki ilerleme, tüketicilerin davranışları, yasal düzenlemeler, yatırımcıların odakları oyunun kurallarını sürekli yeniden şekillendiriyor. Üniversite öğrencileri – hatta lisede okuyanlar mesleklerini seçerken, şirketler yatırım yaparken, hatta ülkeler ekonomiye ilişkin stratejilerini belirlerken bu dönüşümü iyi okumaya gayret ediyorlar. Söz konusu dönüşümün kaçınılmaz bir sonucu olarak sürekli farklı bir iş modeli ile karşılaşıyoruz, bu da kanımca gereğinden fazla karmaşa yaratıyor… Bu nedenle iş modellerini sadece dört ana başlık altında inceleyeceğim. Bunu yaparken de, analizimize zaman boyutunu katacağım. Böylelikle iş modellerinin hangisinin, hangi dönemde moda olduğunu; hangi gelişmelerin bu değişimleri tetiklediğini de görmüş olacağız. Patronlar belki sektör bazlı bir terminolojiye daha yakınlar ancak ezber bozmanın vakti geldi. Peki, iş modellerini ele alırken referans noktamız ne olacak? Bizim için varsa yoksa “Yaratılan Değer”, daha doğrusu değer yaratma yöntemi çünkü bir şirketin varoluş amacı olarak “hissedar değerinin mümkün olan en üst seviyeye taşınması” tanımını yapmaktayız. Aile eğer şirketini elden çıkarmak istese, o şirketin piyasa değeri yani kısaca ederi nedir? Bu nasıl maksimize edilir? Bu sorulara yanıt aramaya başlamadan önce çok yanıtlamamız gereken başka sorular var. Hangi iş modeli, hangi değeri yaratmaya odaklı? “Değer” ile algı piyasalarda ve iş dünyasında nasıl bir evrim geçirdi? Yatırımcıların reaksiyonu neydi? Yanıtlarımızı verirken de; iş modellerindeki değişim ile değer yaratma yöntemindeki değişikliklerin paralel gittiğini göreceğiz.

Dört farklı modelin detaylarına girmeden önce şunu belirtmeliyim ki 1980’lerden itibaren “Maddi Varlıklar” tarafından yaratılan değerler, artık yerlerini “Maddi Olmayan Varlıklar” tarafından yaratılan değerlere bıraktı. Geleneksel bakış açımızı değiştirmemiz ve bu değişimi kucaklayabilmemiz birazdan aktaracaklarımı özümseyebilmek adına büyük önem taşıyor. Bir zamanlar fabrikalar, araziler, arsalar, makinalar ve bankadaki finansal varlıklarınızdı değer denilince akla gelen. Ama artık Maddi Olmayan Varlıklar revaçta: insan sermayesi, entelektüel sermaye ve network sermayesi gibi… Yatırımcıların yeni gözdesi dijital teknolojiler. Sosyal medya, bulut, büyük veri, nesnelerin interneti, mobil, robotik, yapay zeka, giyilebilir teknolojiler, iş analitiği vs… Özellikle dünya borsalarındaki hisse performanslarını ve tanık olduğumuz şirket alım-satım-birleşmelerini referans aldığımızda kurumların piyasa değerleri ve borsalardaki çizgileri zaten bunu gayet açık bir şekilde doğrular nitelikte.

Bir koyup kaç alacağız?

Öyleyse, nedir bu meşhur dört kategori? Kronolojik bir düzlemde ifade edersek sırasıyla: 1-Varlık İnşaa Edenler, 2- Hizmet Sağlayıcılar, 3- Teknoloji Yaratanlar ve 4- Network Yöneticileri. Şimdi kısaca her bir kategoriyi tanımlayalım:

1.       Varlık İnşaa Edenler:

Bu şirketler yarattıkları, geliştirdikleri ve kiraladıkları fiziksel varlıklar sayesinde başka fiziksel varlıklar üretip, pazarlar, dağıtır ve satarlar. Otomotiv, makine, ilaç, kimyasal madde üreticileri; perakende zincirleri, dağıtım ve lojistik firmaları akla ilk gelen örnekler.

2.       Hizmet Sağlayıcılar:

Bu firmalar, belirledikleri saatlik ücretlerini müşterilerine yansıttıkları çalışanları bünyelerinde barındırırlar. Örneğin bankalar, sigorta kuruluşları ve diğer finansal kurumlar, hukuk firmaları, danışmanlık şirketleri gibi…

 

3.       Teknoloji Yaratanlar:

Bu gruptaki firmalar yazılım, iş analitiği, ilaç, bioteknoloji gibi alanlarda geliştirdikleri entelektüel varlıklar kanalıyla gelir elde ederler. Bilgi teknolojileri, büyük veri ticareti yapan ve tıbbi cihaz firmalarını örnek olarak verebiliriz.

4.       Network Yöneticileri:

Bu kurumlar paydaşların bir araya gelip değer yarattıkları bir network (ağ) ortamı hazırlayan şirketler. Mal / hizmet satabilir, ilişki geliştirebilir, görüş bildirebilir, tavsiye / deneyim paylaşabilir, işbirliği yapabilir, birlikte iş geliştirebilir. Mesela kredi kartı şirketleri, sosyal medya şirketleri, borsalar…

 

Burada modellerin arasında farkı yaratan ana unsur, kuşkusuz kullanılan teknolojiler… Teknoloji hayatımıza gerçek anlamda 18. yüzyılın ortasında başlayan “Sanayi Devrimi” ile girdi ve insanlığın iki asır boyunca “Sanayi Toplumu” olarak hayatına devam etmesini sağladı. İşte bu dönemde önce bugün anladığımız ölçekten çok ama çok daha küçük şirketler kuruldular ve değeri “Varlık İnşaa Edenler” olarak yarattılar. Zaman içerisinde hem şirketler devasa boyutlara ulaştılar, hem de varlıkları. Burada “Fabrika” kelimesi ile adeta özdeşleşmiş bir dönemden bahsetmekteyiz. 1970’ler geldiğinde ise artık şirketler için hizmet üretebilmek de önem kazanmıştı. Firmalar ürünlerini hizmetler ile tamamlamaya başladılar. Zamanla sattıkları tek şey hizmetin kendisi olmaya başladı. Aslında hizmetler, ticari hayatta yeni keşfedilmiş değildi; ancak hiç bu kadar popüler de olmamıştı. Hizmet Toplumuna geçiş demek, “Hizmet Sağlayıcılar”ın devrinin başladığının habercisiydi. Bu, aynı zamanda iş gücü piyasasında mavi yaka – beyaz yaka dengesinde de önemli değişikliklere yol açacak bir gelişmeydi. Kentli nüfusun artışını, tıpkı sanayi devriminde olduğu gibi bu değişim de tetikledi. Hizmet Sağlayıcılar yatırımcıların tahtında çok fazla kalamadılar zira 1990’larla birlikte bilgi devrimi yaşandı ve oyunun kuralları yeniden çizildi. Özellikle internet, kişisel bilgisayar ve cep telefonunun hayatımıza girişi ile hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktı. Bilgi Toplumuna geçiş ile birlikte sahneye “Teknoloji Yaratanlar” çıktı. Mobil ve dijital uygulamaların artan önemi bir yandan bu firmaları desteklemeye devam ederken, bir yandan da değeri farklı şekilde yaratan firmaların doğmasına olanak sağladı: “Network Yöneticileri”. Milenyum sonrası artık podyumda bu şirketler var. Ekonomi basında sürekli onlar gündemde.

Dikkat çeken bir husus, dört model arasında EBIT Çarpanı, ROCE, ROA gibi verimlilik ve karlılık odaklı finansal oranları ele aldığımızda her modelin kendinden öncekilere göre günümüze yaklaştıkça artan bir performans yakaladığına ilişkin veriler. Gelir çarpanı açısından bakıldığında resim iyice netleşiyor. Oranlar şöyle: Varlık İnşaa Edenler: 1 / Hizmet Sağlayıcılar: 2 / Teknoloji Yaratanlar: 4 / Network Yöneticileri: 8.

Değişen teknolojiler, değişen iş modelleri ve değişen karlılıklar… Yatırımcılar da bunun ziyadesiyle farkında. Şirketlerin piyasa değerlerine de bu yansıyor. Değer yaratmada artık maddi varlıklar değil, maddi olmayan varlıklar ön plana çıkıyor. Tabii ki bu yerleşik bir inancı da derinden sarsıyor. Şirketler bu sebeple yatırım portföylerinin dengesini sürekli gözden geçirip, gerekli gördüklerinde yeniden yapılandırıyorlar. Sermayelerini ölçeklenebilir ve genişleyebilir bir entelektüel varlık oluşturmaya ve değer yaratacak müşteri, ticari ve finansal ağları inşaa etmeye ayırıyorlar. Peki, birden fazla iş modelini benimseyen ve dengeli bir oranda olmasa bile aynı anda uygulayan şirketler var mı? Çok farklı sektörlerde faaliyet gösteren holdingleri bir kenara koyarsak aslında pek de böyle bir tablo ile karşılaşmıyoruz. Genelde çoğunluk tek bir iş modeline odaklanmış durumda. Ya da en azından çok büyük ölçüde tek modele bağlılar.

İş modelimizi değiştirmek ne kadar zor / kolay?

İş modelinde bu tarz radikal dönüşümlerin çok da kolay olduğunu söyleyemeyiz. Sadece trendleri ve teknolojiyi sıkı takip etmek, vizyon sahibi olmak kendi başlarına yeterli değil. En başta yapılması gereken zihinsel olarak bu dönüşümü yapabilmek, değişime gerçekten açık olmak. Bu noktada da işin başındaki liderlere büyük iş düşüyor. Yani aile şirketlerinde hissedarlara ve patronlara… Özellikle aile şirketlerinde inandığımız doğrular, o zamana kadar bizi başarılı kılmış uygulamalar bazen birer engel olarak karşımıza çıkabiliyor. Bunda yetişme koşullarımız ve hangi kuşağa ait olduğumuz bence önemli bir rol oynuyor. Bildiğimiz, kendimizi daha güvende hissettiğimiz; en azından bize daha yakın bir alanda adımlar atmayı daha kolay sindirebiliyoruz. Bunu salt risk iştahı veya alışkanlıklar ile özdeşleştirmek ve izah etmeye gayret etmek yanıltıcı olaraktır, ama etkilerini yadsımak da doğru olmaz.

Örneğin sanayi devriminin mirası ile yetişmiş olan “Baby Boomers” kuşağı, doğal olarak “Varlık İnşaa Eden” iş modelini benimsemişti. Hatta X Kuşağının kayda değer bir kısmı için de bunu söylememiz mümkün. X Kuşağının en ilginç özelliği ise ele aldığımız dört farklı iş modeline de deneyimlemiş olmaları. Günümüzde Baby Boomers’ın iş hayatındaki ağırlığı artık azaldı. Y kuşağı deseniz, oyuna yeni dahil oldu. Z kuşağı ise halen okul sıralarında dirsek çürütüyor. Yöneticilik ve girişimcilik yaşının da gittikçe küçülmesi sebebiyle X kuşağı şu anda kurumsal dünyaya ciddi ölçüde yön veriyor. Özellikle genç yöneticiler “Network Yöneticileri” iş modeline daha sıcak bakıyorlar. Müşterileri, tedarikçileri, taşeronları, iş ortaklarını bir arada yaratmaya, üretmeye, yönetmeye ve kazanmaya teşvik eden sosyal ve ticari ağları kurmaya odaklanıyorlar. Kuşakların hangi iş modelini seçeceğini değeri neyin yarattığı inanç belirliyor. Bazen resim daha da karmaşıklaşıyor. Özellikle üç kuşağın bir arada olduğu aile şirketlerinde fiziki varlıklara yatırım iştahı yüksek 1. kuşak, hizmet ve teknolojiyi bir arada harmanlayan 2. kuşak ve teknolojik dönüşümü dijitalleşme ile taçlandıran 3. kuşak bir arada çalışıyorlar.

Sonuçta kaynaklar sınırsız değil. Değer nerede yaratılacak ise, sermaye de oraya kanalize olmalı. Ancak bu kararlar öyle yazıldığı gibi kolay alınan kararlar değil. Her ne kadar kültürel ve teknolojik dönüşümler son dönemde yoğun bir şekilde yaşanmış olsa da, risk ve getiri eksenindeki alışılagelmiş davranış eğilimleri ya da değişime olan aşırı iştah, iş modeli değişikliğinde irrasyonel hareketlere sebep olabiliyor. Burada düşülen en büyük tuzak, performansı eski metotlarla ölçmeye devam etmek. Çünkü artık yaratılan değeri salt finansal veriler ile ölçüp yorumlamak yeterli olamıyor. Doğru ölçmediğimiz bir şey hakkında doğru karar almak da çok olası değil. Yatırımcı ilişkileri ekseninde bakarsak, iş modeli dolayısıyla değer yaratma yöntemi değiştikçe; şirketlerin değeri nasıl ölçtükleri, yönettikleri ve de bunu kurumun dışında nasıl anlattıkları da değişiyor. Bu özellikle dijital eşiğin ötesine geçen firmalarda karşımıza çıkıyor. Büyük veri ile beslenen bambaşka performans göstergeleri, yepyeni bir dil devreye giriyor. Evet… zaman Network Yaratıcılarının zamanı. Tüm çabaları farklı bir bilgi üretmek ve menfaat sahiplerini bu bilgi ağının birer parçası haline getirmek. Minimum sermaye ile yenilikçiliğe dayalı maksimum getiriyi başkalarının ilişkileri, fonları ve bilgisini devreye sokarak yaratma sanatını icra etmek… Peki sizin iş modeliniz hangisi?

TAHT OYUNLARI: DİREKSİYONU NEDEN BİR SONRAKİ KUŞAĞA TESLİM EDEMİYORUZ?

28 Oct

Yayınlandığı Yer: DELOITTE FAMILY BUSINESS REVIEW DERGİSİ

Bugün aile şirketlerinde dönüşüm projeleri yaparken tanık olduğumuz en büyük açmazların başında patronların bir sonraki kuşağa direksiyonu teslim etme konusundaki tereddütleri geliyor. Bunun tabii ki farklı sebepleri olabilir. En basit çerçeveden bakarsak:

  • Patronlar devretmeye hazır, ama çocuklar henüz devralmaya hazır değil
  • Çocuklar devralmaya hazır, ama patronlar henüz devretmeye hazır değil
  • Ne patronlar devretmeye hazır, ne de çocuklar devralmaya hazır
  • Patronlar devretmeye; çocuklar da devralmaya hazır ama aynı anda çok fazla aday var

Üçüncü senaryo söz konusu ise, zaten konuşulacak pek bir şey yok. O yüzden o seçeneği eleyerek başlayalım. Bizim en sık rastladığımız vaka, yukarıdaki senaryolardan ilki, ama ikinci seçenek de azımsanmayacak derecede gerçekleşiyor. Dördüncü durum gerçekleşir ise, gerçekten işler çok çetrefilli bir hal alıyor.

Takip erden kuşaklar; özellikle kurucu kuşaklara göre akademik anlamda çok daha donanımlı oluyorlar. Hem ekonomik manada kaliteli bir eğitimi destekleyecek oldukça elverişli koşullar, hem de geleceğe dönük tercihler yapılırken bilinçli bir yönlendirme ve yardım; sonraki kuşakların çok iyi yetişmesine zemin sağlıyor. Bu gençlerden birçoğu, henüz küçük yaşlardan başlayarak aile şirketlerinde irili ufaklı görevler alıp (örneğin yaz stajlarını kendi şirketlerinde yapıyor olmak gibi) pratik anlamda pişmeye başlıyorlar. Teknik bilgilerle yoğrulmaktan ziyade; bir şirket ortamında işler ana hatları ile nasıl yürür, insanlar iş ortamında nasıl etkileşim halinde olurlar, daha geniş toplulukları ilgilendiren aksiyonlarla ilgili sorumluluk duygusu nedir gibi okul ve ev yaşamlarında tadamayacakları deneyimleri yakalama şansına sahip olurlar. Artık bana mı denk geliyor, yoksa genetik olarak büyüklerine çektiklerinden midir bilmiyorum ancak üçüncü bir gerçeği de gündeme getirmeden edemeyeceğim: Bu çocuklar aynı zamanda inanılmaz derecede zeki oluyorlar.

“Çocuklarımı canavar gibi yetiştirdim, ama benim kadar ejderha olamadılar”

Buraya kadar her şey güzel… O halde neden büyükleri onlara işleri devretmiyor? Bunun sebebi basit: Çocuklar ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, henüz önceki kuşağın gözünde yeterince iyi değiller. Şimdi soruyu şöyle soralım (ki resim daha billurlaşsın): Peki “yeterince iyi” ya da “en iyi” olan kimler? Cevabı oldukça basit: Hali hazırda yönetimde olan önceki kuşak! Burada mevzu aslında çocuklarını yetersiz bulmak, onları sevmemek, güvenmemek vs. değil. Ancak çoğu patronun sıkı sıkıya sarıldıkları bazı mitler var. Mesela, aile şirketinin faaliyet alanına uygun bir branş seçilmiş olsa dahi okulda alınan eğitimin son derece teorik kaldığı ve pratik uygulamalarla örtüşmediği; işi teslim almaya aday olanların her ne kadar geçmişte ofis-fabrika koridorlarına aşinalıkları da bulunsa; özünde işi sıfırdan kuranların geçtiği tedrisattan geçmemiş olmaları; patronlar ligindeki üst seviye ilişkilerin yürütülmesi noktasında arkadan gelen jenerasyonların çömez kalma ve kabul görmeme olasılıklarının bir hayli yüksek olması ilk aklıma gelenler. Kendi içlerinde makul dayanakları olmakla birlikte; esas konuyu ıskalamamıza sebep vermemeli tüm bu argümanlar. Kritik soru şu: “Eğer başkalarına teslim ederlerse, onlar ne yapacaklar?”

Lütfen klasik kurumsal yapılar ile mukayese etmeyin. Yani hissedarların genel kurullara, genel kurulların yönetim kurullarına, onların kısmen komitelere; kısmen icra (yürütme) kurullarına; onların orta kademe düzeyine ve nihayetinde onların da diğer çalışanlara yetkilerini belli düzeylerde aktardığı standart bir kurumsal yönetim şemsiyesi canlanmasın lütfen gözünüzde. Burada tepedeki birçok şapka, aslında bir ya da birkaç aile bireyinde toplanıyor. Eğer herhangi bir regülasyon çerçevesine (sektör veya yapı gereği) tabi değillerse, buna iyice uygun bir ortam oluşuyor. Normal koşullarda 60’lı yaşların ilk dilimine tekabül eden emeklilik uygulamaları aile şirketlerinde bir şey ifade etmiyor. Eğer önceki kuşaklar dinç ve sağlıklı iseler ver elini 70’ler; hatta 80’ler… Hal böyle olunca direksiyondan kalkan olmuyor ve tabii ki yerine geçebilen de… Başarılı uygulamalarda önceki kuşak yönetim kurulu seviyesine çıkıyor ve icrayı sonraki kuşağa bırakıyor. Tabii iyi fikrin kötü uygulamalarına şahit olduğumuz durumlar da karşımıza çıkıyor. Yani sözde yönetim kuruluna kanalize olan birçok patron, halen her gün şirkete gidiyor, bırakın stratejik olanları taktiksel ve operasyonel bir dolu karara bizzat müdahil olmaktalar. Böylesi bir tarz kuşkusuz çift başlılığa; dolayısıyla kuşaklar arası sürtüşmeye – yeni neslin motivasyon kaybına ve çalışanların zihinlerinde soru işaretlerine sebep veriyor.

Kış yaklaşıyor: Sorumluluğu sana atıyorum, haydi yakala…

Biz, dilerseniz patronların devretmeye hazır olduğu senaryoyu biraz ele alalım. Bunu yaparken son derece pragmatik bir yöntem kullanacağım ve sadece üç basit soru soracağım sizlere:

Soru Yanıt “Evet” ise… Yanıt “Hayır” ise…
Bir sonraki kuşak yeterince istekli mi? Bu kesinlikle iyi bir haber ancak tek başına hiçbir şeyin garantisi değil. Özellikle “neyi istediklerini” tam olarak biliyorlar mı? Aile şirketlerinin faaliyet alanlarını yeterince tanıyorlar mı? Ayrıca, çok daha fazla istedikleri başka bir şey var mı? Biraz daha kurcalamakta fayda var.

Haaa… unutmadan bir de şunu ekleyelim: istemek tek başına yeterli değil.

İşiniz kesinlikle çok zor. Özellikle kendilerine sağlanan maddi imkanlar ile ilişikleri kesilmedikçe, sonraki kuşak aile işinden kaçıyor. Hatta bazen bu kartı oynamak bile yeterli olmuyor. Gerçekten de zorla güzellik olmuyor… Sayısız araştırma isteksizlik ile başarısızlık arasındaki o sıkı ilişkiyi zaten kanıtlar durumda.
Bir sonraki kuşak yeterince yetenekli ve konuya yatkın mı? Bir önceki soruya yanıt gibi, bunun da yanıtı evet ise; işte bu çok iyi bir haber. Sadece, izninizle bura belirtmiş olduğum yetenek ve yatkınlık kavramlarını biraz daha açmak istiyorum. Tabii ki her sektörün ve iş kolunun kucakladığı ve dışladığı bazı özellikler var. Kurumsal dünyadaki becerilerin ötesinde “patronlara özel” adeta o genden vücut bulan bazı özel yetenekleri (mesela girişimcilik) kast ediyorum. Liderliği ise söylemeye bile gerek yok. Hay Allah… Gerçekten de tatsız bir durum. Üst seviye yeteneklerin bile büyüklerince oldukça yoğun şekilde eleştirildikleri bir ortamda aile işini devralmaya dair gerekli nitelikleri barındırmayan aile bireylerinin başarı ve tatmini daha fazla tadacakları farklı alanlara yönlendirilmeleri herkes için daha hayırlısı olacaktır. İsteğin olduğu ancak yatkınlığın olmadığı vakalar çözümünde oldukça güçlük olan durumlar olarak karşımıza çıkıyor.
Bir sonraki kuşak yeterince deneyimli mi? İlk iki sorudan sonra şayet bu soruya da evet yanıtını veriyorsanız, o zaman bu makalenin başlarında ele aldığımız “Peki, siz teslim etmeye hazır mısınız?” sorusuna geri dönüyoruz. Sorularda 3’te 3 yapanlara sesleniyorum: Haydi artık meydanı biraz yeni nesillere bırakın; ya da onlara aile şirketi içerisinde önemli sorumluluklar verin, kendilerini gösterebilecekleri alan tanıyın. Bunu yaparken de onlara koçluk yapmaya, rehberlik etmeye özen gösterin. Karışan değil, danışılan olun. Eğer, ilk sorulara verilen yanıt evet ve sadece bu sorununki hayır ise, endişelenecek bir şey yok. Bu sadece bir zaman meselesi… Kuşkusuz zaman yaymak demek ile zaman bırakmak ve aksiyon almamak anlaşılmamalı. Söz konusu deneyim eksikliğini nasıl giderecekler? Onlara nasıl destek sağlayabiliriz? Eğer devir zamanı yaklaştığı için bunu daha çabuk yapmaları gerekiyorsa süreci nasıl hızlandırabiliriz? İşte bu başlıklara odaklanmalıyız.

Evet, kış yaklaşıyor olabilir. O halde hazırlıklar da tam olmalı. Eğer yukarıdaki üç sorunun hepsi için içiniz rahat bir şekilde evet diyemiyorsanız tahtı devretmek çok uygun olmayacaktır. En azından ilk ikisi kesinlikle evet; üçüncüsü ise hiç değilse “kısmen evet” olmalı…

Taht oyunlarında yeni sezon

 Gelelim o en çetrefilli senaryoya… Siz devretmeye, “ONLAR” da devralmaya hazır. Yani “o” değil, “onlar” hazır. Birden fazla motive ve yetkin varis var sırada bekleyen… O zaman ne yapacaksınız? Yaşı büyük olan mı geçecek direksiyona? Sizinle daha iyi geçinen, sözünüzü daha çok dinleyen mi? Cinsiyet ayrımcılığı mı yapacaksınız? Herkes tarafından sevilen ve sayılan mı tercih edilecek? Aralarından hangisi daha iyi ise gerçekten o mu kazanacak? Bazen uygun ve hazır olmayan birden fazla aday oluyor bazen uygun ve hazır olan birden fazla aday… Bu sayı için sözü burada noktalandırmak en doğrusu olacak çünkü bu başlı başına ayrı bir makale konusu ve sizlere borcum olsun. Ancak sadece tek bir şeyin altını çizmek istiyorum: Bu konuda o kadar çok hata yapılıyor ki ve bu hatalar şirketlere ve ailelere öyle büyük zararlar veriyor ki, tahmin bile edemezsiniz. Sonuçta varisin yokluğu da, çokluğu da dert ama her ikisine de sıkça rastlıyoruz ve sürdürülebilirlik adına hepsi için çözüm üretebiliyor olmalıyız.

 

 

 

Yeni TTK’nın bilgi sistemlerine etkisi

28 Oct

Yeni TTK’nın bilgi sistemlerine etkisi: Geçici çözümlerden kaçınarak dönüşümü fırsata çevirmek

Yeni TTK’ya uyum, mevzuatın kavranması ile tamamlanabilecek bir sürecin ötesinde, önemli altyapısal değişimleri de beraberinde getirecek bir dönüşümdür. Dönüşümün bir bacağını oluşturan bilgi teknolojileri altyapısının gereksinimlerine ilişkin doğru planlamanın yapılmaması ve geçici çözümlerin uygulanması durumunda istenmeyen iş tekrarları, verimsizlik ve ek maliyet söz konusu olacaktır. Dolayısıyla uçtan uca yeni TTK uyum değerlendirmesi ile koordineli olarak, bilgi teknolojileri altyapısının yeni TTK’ya ne derece hazır olduğu da analiz edilmelidir. Bilgi teknolojilerine ilişkin önemli değişikliklerin söz konusu olacağı başlıca alanlar mali ve operasyonel kayıt düzeni, mali raporlama, konsolidasyon, bütçe & planlama, elektronik uygulamalar, web sayfası, kurumsal yönetim ve iç kontrol mekanizmalarıdır.

 

Mali ve Operasyonel Kayıt Düzeni

Yeni TTK ile şirketlere önemli bir raporlama sorumluluğu yüklenmektedir. İstenilen kalitede raporlama yapabilmenin ön koşulu, raporlara girdi teşkil edecek olan veri, hesaplama ve kayıtların kalitesidir. Manuel (sistem dışı) düzeltmelerin asgariye indirilmesi ile bu kayıtların kalitesi arttırılmalı, izlenebilirlik garanti altına alınmalı ve bu şekilde bağımsız denetim ve işlem denetimi gereksinimlerini karşılanmalıdır. Ana muhasebe defterinin “UFRS ile Özdeş TMS” bazlı tutulmasının yanı sıra vergi matrahının hesaplanması ve vergi beyanını zorunluluğunun devam etmesi nedeni ile sistem üzerindeki temel uygulama esasları değerlendirilmeli ve en uygun işleyiş belirlenmelidir. Bu aşamada VUK-UFRS farklılıkları (kayıt, sınıflandırma, hesaplama vb.), paralel rapporlama ihtiyaçlarını karşılama maliyeti, sektörlere özel UFRS uygulamaları, operasyonun karmaşıklığı, farklı para birimi kullanımları vb. maddeler dikkate alınmalıdır. Tespit edilecek gereksinimler doğrultusunda şirketler, manuel müdahaleye açık geçici çözümlerden ziyade kurumsal uygulamalarını iyileştirme, sürüm yükseltme, değiştirme ya da bazı işlemler için özel yazılım kullanma seçeneklerini değerlendirmeli ve dönüşümden en yüksek faydayı elde etmeyi hedeflemelidirler.

Mali Raporlama, Konsolidasyon ve Bütçe

Yeni TTK içeriğindeki düzenlemeler, şirketlerin raporlama yetkinliklerini önemli ölçüde etkilemektedir. UFRS bazlı mali tablolarının hazırlanması zorunluluğunun yanı sıra VUK raporlamasının ve diğer düzenleyici/denetleyici kurumlara yapılan raporlamaların da devam edecek olması raporlama çabasını özellikle geçiş döneminde arttıracaktır. Bununla birlikte, mali tablolar ile birlikte yıllık faaliyet raporu, risk raporlaması, bağlı – hakim şirket raporlamaları vb. raporlamaların içeriğinde sadece standart finansal verilerden ziyade paydaşları aydınlatıcı analizler ile farklı ve ek bilgilerin kapsanması da yeni getirilen yükümlülükler arasındadır. Dolayısıyla şirketlerde raporlama fonksiyonları ve sorumluları bu yeni dönemde finansal verilerin analizi üzerine daha da fazla yoğunlaşmalıdır. Analiz aktivitelerinde kullanılacak zamanı kazanmak için yönetsel ve operasyonel raporlama faaliyetlerinin verimliliğini arttırmak, manuel müdahaleyi ortadan kaldırmak suretiyle veri güvenliğini sağlamak ve şeffaflık ilkesini destekleyecek esnek bir raporlama yetkinliğine sahip olmak için raporlama sistemleri iyileştirilmeli ve bu alana ilişkin yatırımlar değerlendirilmelidir.

Öte yandan, grup şirketlerine getirilen konsolide mali tablo sunma zorunluluğu ve bağlı – hakim şirket raporlamaları; kullanımdaki sistemlerin konsolidasyon yetkinliklerinin değerlendirilmesini tetikleyecektir. Zira manuel olarak gerçekleştirilecek eliminasyon işlemleri ve konsolidasyon aktiviteleri hataya açıktır, izlenebilirlik kısıtlıdır ve süreç verimsizlikler içermektedir.

Finansal planlama ve bütçe için gerekli düzenin kurulması yükümlülüğünün en etkin şekilde karşılanabilmesi için UFRS bazlı doğru ve detaylı planlama ve bütçelemenin yanı sıra, ileriye yönelik tahminleme, uzun dönemli planlama, sapma analizleri ve zamanında müdahale imkanı gibi ileri fonksiyonalitelere sahip bütçe çözümlerine gereksinim duyulması da söz konusu olacaktır.

Kurumsal Yönetim ve İç Kontrol

TTK’ya dönüşümü kapsamında şirketlerin mevcut muhasebe prensiplerinde gerçekleştirmeleri gereken değişikliklerin kontrol ortamı üzerinde de önemli etkisi olacaktır. İç kontrol uyum alanının getirdiği yükümlülüklerden biri de; iş süreçlerinin, prosedürlerin ve iç kontrole ilişkin diğer unsurların dokümantasyonudur. Dokümantasyonun kendisi kadar, dokümantasyon sürecinin yönetimi ve çıktılarının kalitesi de önem teşkil etmektedir. Bu açıdan bakıldığında; en basit anlamda belgelerin elektronik ortamda saklanmasından; versiyon takibi, erişim yetkilendirmesi, doküman onayı iş akışları gibi fonksiyonalitelere kadar dokümantasyon ve arşivleme gereksinimlerine geniş bir yelpazede yanıt verebilen içerik yönetimi çözümlerinin uygulanması değerlendirilmelidir.

Risk yönetimi kapsamında manuel yürütülen faaliyetler yoğun çaba gerektirebilmekte ve uzun bir sürece yayılmaları nedeni ile TTK’nın getirdiği diğer bir yükümlülük olan risklerin erken teşhisi yetkinliğini olumsuz etkileyebilmektedir. Kurumsal uygulamalar üzerinde gerçekleştirilebilecek uyarlamalar veya bu konuya özel çözümlerin kullanımı ile işlem bazında risk ve uyum kontrolü sağlanabilmekte, önleyici kontroller kurgulanabilmekte, kullanıcı erişimleri yetkiler doğrultusunda yönetilebilmektedir. Kanunun zorunlu kıldığı teşkilat yönergesi ile sistem üzerindeki yetki-onay mekanizmasının uyumu büyük önem taşımaktadır. Analitik çözümlerin kullanılması ile öne çıkan risklerin proaktif olarak tespit edilmesi, raporlanması ve hızlı aksiyon alınması mümkün kılınabilmektedir.

Dijital Şirket ve Elektronik Uygulamalar

Yeni kanun ile her şirketin bir internet sitesi olması zorunlu hale getirilmektedir. Paydaşların ve ortakların menfaatlerini koruyabilmeleri ve haklarını bilinçli olarak kullanabilmeleri için ihtiyaç duyacakları tüm içeriğin (sermaye yapısı, finansal tabloları, denetçi bilgisi, genel kurul tutanakları vb.) bu ortam üzerinden yayınlanması ve güncelliğinin güvence altına alınması yükümlülüğü de getirilmektedir. Bu durumda internet sitelerinin yönetimi, güvenliği, içeriklerin bu ortama hangi sıklıklarla hangi araçlarla besleneceği gibi konular dikkate alınmalıdır. Bunun yanı sıra elektronik imza, elektronik fatura ve kayıtlı elektronik posta kullanımı, yönetim kurulu toplantılarının elektronik ortamda yapılması gibi şirketlerin teknoloji altyapılarına dokunan düzenlemeler de mevcuttur.

Kuşkusuz kanunun teknoloji adına getireceği yenilik ve gereksinimler sadece yukarıda saydıklarımızla sınırlı değildir. Ancak ilk etapta şirketler bu konularla ilgili; sıkışık Yeni TTK takvimini ve iç kısıtlarını da dikkate alarak vakit kaybetmeden harekete geçmelidir.